27 Eylül 2011 Salı

BBC TÜRKÇE: DİYARBAKIR'DAN TÜRKİYE GÜNDEMİNE BİR BAKIŞ

27 Eylül 2011-BBC TÜRKÇE


http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/09/110927_diyarbakir_kumru_baser.shtml

Diyarbakır'dan Türkiye gündemine bakış

27 EYLÜL 2011 - TSİ 16:08
Diyarbakır
Havaalanından bindiğim takside radyo açık. Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle ilgili ayrıntılar anlatılıyor.
Taksici “Enver Sedat olmak istiyor” dedi. “Ama İsrail’e çıkışına ne diyorsunuz?” deyince “Evde kavga var gitmiş komşunun işine karışıyor” diye yanıtlıyor.

Başbakan’ın dış politikasına ilişkin bu görüşü çok duydum beş gün boyunca. Hatta daha sertlerini. CHP’ye yakın çizgisiyle her zaman ipuçları veren bir maatbaacı örneğin, “İçerde İsrailli, dışarda Filistinli” diyerek tutarsızlıkla eleştirdi başbakanı.

Fakat, önemli bir kesim, özellikle AKP seçmeni ya da dindar bir kesim içinde, hükümetin dış politikaları ile epey puan ve hayranlık topladığını açıkça gözlemek mümkün. Erdoğan’ın “dünya çapında karizmatik bir lider” olduğu, “İsrail’e karşı aldığı tavırla büyük cesaret gösterdiği” görüşleri sıkça dile getiriliyor.

İç siyasette ortaklıklar

Hükümetin dış siyasetini farklı değerlendiren Diyarbakırlılar, iç siyasi gelişmelerde bazı net ortaklıklar dile getiriyorlar.

Örneğin hangi partiye oy vermiş olursa olsun, PKK’nın, çatışmayı batı ve doğuda şehirlere taşıma taktiğini ve sivillerin hedef haline geldiği eylemlere girişmesini doğru bulan ya da bunu ifade eden kimseye rastlamadım.

Sohbet ettiğim bir saatçi ile müşterisi emekli öğretmen hanım, bunların PKK’nın Kandil dağlarındaki üslerine yönelik askeri harekatları genişletmeyi hedefleyen provokasyonlar olabileceğini söylüyordu.
Ama eski bir sivil toplum örgütü liderinin söylediği şey en yaygın görüştü:

“Biz artık hangi eylemi PKK’nın yaptığını hemen anlıyoruz. Daha hiç bir açıklama yapılmadan, ‘PKK, Ankara saldırısını TAK yaptı diyecek, kadınların hedef olduğu Siirt için de yanlışlık diyecek’ dedik ve öyle oldu.”

Görüştüğüm AKP’li olsun, BDP’li olsun, Diyarbakırlılar arasında TAK’ın, PKK’dan ayrı ve denetlenemez bir yapı olduğuna inanan yoktu.

Tecrübeli bir gazeteci dostum, “TAK, PKK’nın JİTEM’idir. Bunu da herkes bilir burda” diyordu.

“PKK tabanını dinler”

Diyarbakır’ın ünlü Hasan Paşa hanında eski bir sivil toplum yöneticisi ile PKK’nın çatışmayı şehirlere taşıma hamlesini konuştuk. Çok tepkiliydi.

“PKK aslında tabanını gayet dikkatle dinleyen bir örgüttür. Buradaki bütün sivil toplum örgütlerini tabanı olarak görür. Şimdi bölgede sivil toplumun PKK’ya yüksek sesle açık bir mesaj vermesi gerekiyor. ‘Bir daha kentlerde eylem istemiyoruz’ denmesi lazım. 15 örgüt çıkıp yüksek sesle bunu dese, PKK geri adım atar. Ama PKK’ya ‘sivil öldüremezsin’ derken, devlete de ‘Kandil’de ölen benim çocuğum’ denmesi lazım.”

Aslında bu tür bir çıkışın örneği de yaşanmış; 2008’de Diyarbakır’da 6 kişinin ölümüne 70’e yakın kişinin yaralanmasına yol açan PKK’nın dersane bombalama eylemi ardından.

“Burada 15 sivil toplum örgütü hemen çıktı olayı kınadı. Daha kimin yaptığı belli değildi. Sonra PKK eylemi üstlendiğini açıkladı. ‘Ne yapacağız?’ dedik. Tartıştık. Telefonlarımız durmuyor, üyelerimiz feryat ediyordu. Çıktık yine kınadık. Üstelik sadece kınamadık, protesto yürüyüşü yaptık ve olay yerine çelenk bıraktık. 'Anıyoruz, kınıyoruz, bir daha istemiyoruz' diye pankart açtık. PKK mesajı aldı. O tür saldırılar durdu.”

“BDP’ye baskı çözüm getirmez”

PKK ile MİT arasında gizli görüşmeler yapıldığının ortaya çıkmış olduğu bir sırada, son günlerde çeşitli illerde BDP yöneticileri ve BDP’li Belediye Başkanlarına yönelik tutuklamalara tepkiler de, parti farkı tanımıyor Diyarbakır’da.

Bazı AKP’li bölge milletvekilleri, eski siyasetçiler ve Mazlum Der gibi BDP çizgisinde olmayan insan hakları kuruluşlarından gelen açıklamalar ve mesajlar, BDP’lilere yönelik bir baskının çözüme hizmet etmeyeceği yönünde.

Bölge siyasetinde bu tür ortaklıklar, aslında yeni ve nadir de değil. Halen BDP’nin, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan andın okullarda boykotu eylemine paralel olarak, Mazlum Der de, “Andımız kaldırılsın” kampanyası yürütüyor örneğin. Cami dışında “Sivil Cuma” namazları konusunda da böylesi bir dayanışma var.

Bu çevrelerde PKK ile hükümet arasındaki müzakerelerin devam etmesi ve Kürt siyasetinde sivil odakların güçlendirilmesi temennileri açıkça dile getiriliyor.

“90’lara dönüş mümkün değil”

Peki çatışmaların tırmanması ve şehirlere sıçraması, ölümlerin artması ne anlama geliyor? Nereye gidiliyor?

Bu artık bu işin çözümünden herkesin umudunu kestiği ve örneğin “90’lara dönüleceği” anlamına mı geliyor, yoksa sessizlikten önceki büyük fırtına mı yaşanıyor?

Diyarbakır’da ikinci görüş ağırlıkta. Konuştuğum istisnasız herkes, çözüm öncesi bir fırtına yaşandığını düşünüyor.
“Hükümet PKK’sız çözüme karar kılmış olamaz mı, bazı hükümete yakın köşe yazarlarının ifade ettiği gibi?” sorusuna, orta yaşlı bir eczacı şu yanıtı verdi:

“Ankara’dan bakıp burayı okuyamazsınız. 90’larda PKK ile halkı ayırabilirdiniz, halk lojistik destek veriyor, sempati duyuyordu ama PKK’nın kendisi değildi. Aradan 30 bin ölü geçti. Bu 30 bin ölü 10 şehirden çıktı. Bir hesaplayın, herkesin cenazesi var. Artık PKK ile bölge halkını ayırmak mümkün değil.”

PKK içinde neler oluyor?

İşte en zengin senaryolar ve görüş farkı bu konuda çıkıyor. Diyarbakır kulislerinde, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla iki ayı aşkın süredir görüştürülmemesi ve örgütün farklı kanatlarından farklı sesler çıktığı söylentileriyle ilgili bir çok senaryo dolaşıyor.

BDP tabanında yaygın bir görüşe göre, PKK içinde ciddi bir görüş ayrılığı var.

Kandil’deki askeri kanat ve orada etkili Suriyeli liderler, örgütün özellikle Orta Doğu’da ve Suriye’de yaşanan son gelişmelere paralel olarak uluslararası bir aktör olması gerektiğini düşünüyor.

“Oysa Abdullah Öcalan, olayın Türkiye içinde çözümüne odaklanılması gerektiği görüşünde” diyorlar.

Bu senaryoya inananlar, Öcalan’ın muhtemelen kendi kendini tecride alarak, kendi tabanına bir tür protesto işareti ve hükümete de kendisinin vazgeçilmezliği mesajı verdiğini düşünüyorlar.

Aynı tabandaki diğer görüş ise, hareket içinde herhangi bir bölünme olmadığı; bütün bunların Öcalan’ın müzakere muhatabı pozisyonunun güçlendirilmesine yönelik bir büyük ve karmaşık planın parçası olduğu yönünde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder