15 Ağustos 2005 Pazartesi

PAZARTESİ: LONDRA'DAN BOMBA GÜNLÜĞÜ VE BAĞDAT'A SELAM



TEMMUZ AĞUSTOS 2005


Londra dan bomba günlüğü ve Bağdat'a selam
Geçen hafta İngiltere merkezli bağımsız bir araştırma grubu açıkladı: Irak'ta işgalin başladığı
2003 Mart'ından bu yana her gün ortalama otuz dört sivil öliyormuş. Öldürülen her dört sivilden üçünü Amerikalılar öldürüyormuş. Amerikan ve İngiliz askeri makamları Irak'ta ölen sivillerin hesabını tutmuyormuş. Irak makamları da sadece direnişçilerin öldürdüğü sivilleri sayıyormuş.
Ama ateş düştüğü yeri yakıyor işte. Londra'daki bombalarla canlarını kaybe- den herkesi bir bir resimlerinden, annelerinin, babalarının, arkadaşlarının anlattıklarından tanıyoruz artık. Hangi okula gideceklerdi, ne zaman evleneceklerdi, nasıl ailenin gözbebeğiydiler, iş yerinde nasıl sevilip sayılıyorlardı. Aileden biri gibi oldular artık. Bazı gazeteler hâlâ her gün ilk bomba serisinde ölenleri tek tek tanıtan yazılar yayımlıyor.
Bakıyorum resimlere tek tek. Benim gibi, bu şehirdeki birçok can dostum gibi öylesine Londralı yüzler. Hepimiz ola- bilirdik diye tüylerim ürperiyor. Telaşla birbirimizi aramıştık o gün. Neyse ki herkes tamamdı. Ama birileri eve dön- memiş telefonlara cevap vermemişti. Televizyonda en büyük ve en sevgili oğlunun manasız ölümüne isyan eden Karayip asıllı İngiliz anneyle beraber ben de ağlıyorum, sönen umutlara, ziyan olan hayatlara.
Burada kayıplar isim isim, resim resim, öykü öykü sayılıyor.
Geçen gün savaş karşıtı gruplar bir eylem yapıp, Londra'daki saldırılarda ölenlerle beraber, Irak'ta ölenlerin isim- lerini de okudular bir meydanda. Küçük bir kısmını tabii.

Her ne kadar ateş düştüğü yeri yakarsa da, Londra ile beraber hep Bağdat'ı hatırlayan, bu kentin iki yılı aşkın zamandır her gün bir 7 Temmuz yaşadığını ve bunun kıyaslanamaz korkunçluğunu fark edenler de var.
Uzun bekleyiş
Ve Allah'tan Londralılar kendilerine neyin çarptığını biliyor. İngiltere'de insanlar, Başbakan Tony Blair'in, George Bush ve onun dünyayı fethetme politikalarının peşine takılmasından bu yana hedef olacaklarını biliyorlar ve bekliyorlardı. Onun için kimse 11 Eylül 2001 'de birçok Amerikalının yaptığı gibi "niçin bize saldırılıyor, ne oluyor" gibi sorular sormadı o gün.
Bir tek niçin bu kadar gecikti diye soru- labilirdi. Belki de İngiliz kamuoyunun çoğunluğunun Irak savaşına karşı oluşu ve bunu gayet yüksek sesle ifade etmesiydi bunca zamandır beklenen bu
saldırıların bu kadar gecikmesinin nedeni kim bilir...
Onun için Başbakan "bu saldırıların Irak'la hiç bir ilgisi yok" dediğinde, onu fazla ciddiye alan olmadı.

Korku
İki hafta arayla ikinci tur bombalar. Çok korkuyorum. Yok, bombalardan değil o kadar.
Biraz ürkünç tabii. İnsan trene ya da otobüse binince ister istemez etrafındak- ilerin tipini inceleyip az sonra bizlerle birlikte havaya uçmaya hazırlanan biri var mı diye kolaçan ediyor.

Tehlike ortamına, hatta tesadüfen yaşıyor olma duygusuna hiç yabancı sayılmam geldiğim ülke itibariyle. Ama çok korkutucu başka şeyler oluyor. Kabul gören değerler, davranışlar, ortak akıl ve sağduyu ölçütleri değişiyor ve tıpkı bir kâbusta olduğu gibi sanki kimse farkında değil. Çığlık atmaya çalışıyor- sunuz, sesiniz çıkmıyor.
Milliyetçiliği sevmem oldum olası. Dünyanın bu taraflarında milliyetçiliğin epeydir en popüler nefret objesi "Müslüman göçmen"ler. Hem bu ülkeye dışardan geldiği için hem de görünüş, dil, din, kültür, her bakımdan çok farklı olduğu için harika bir düşman malzeme- si oluşturuyor. Bu eğilim 11 Eylül son- rası ortamda iyice tırmanış kaydetti ve İngiltere'deki Müslümanların önemli bir kısmını son yıllarda İngiliz sol muhale- fetiyle ittifaka ve hatta ortak eylemliliğe zorladı.

Mecburi Hareketler
Londra saldırılarının ilk doğrudan sonu- cu medyanın ve siyasetçilerin önemli bir kısmının şöyle bir durup Müslümanlara kuşkuyla bakması oldu. Suçlayıcı sessiz- likten paniğe kapılan adamcağızlar hemen telaşla, sağa sola bakıp, daha saldırının failleri belli olmadan kınamalar yayınlamaya başladı. Ama kurtulamadılar.
Bütün televizyonlar, radyolar, İngiltere'de yaşayan Müslümanların örgütlerini, liderlerini aramaya ve "bakın Müslüman ama kınıyor" , ya da "bakın Müslüman ama o da yakınını kaybetti" türünden, Müslümanları anlaşılmaz bir
5 Pazartesi Temmuz - Ağustos 2005
yaratık türü gibi yabancılaştıran haberler yapmaya girişti.
Murat Belge bir zamanlar Kürt sorunu ile ilgili bir söz söylemek isteyen herkesin, söyleyeceği şey ne olursa olsun, söze, "teröre ben herkesten çok karşıyım ama" gibisinden bir girizgahla başlamak zorunda olduğunu yazmış, bunu bazı spor yarışmalarındaki 'mecburi hareketler'e benzetmişti.

Bu da onun gibi. Sokaklarda fikri soru- lan Müslüman vatandaşlar bile "Müslümanım ama bu haince saldırıları kınıyorum" diye başlıyor söze. Çünkü öyle başlamazsa, söyleyeceği söze güve- nilmeyecek, yanlış anlaşılacak. Ama böyle yapmakla da ng kadar doğru anlaşılıyor o da belli değil. Geçende Tony Blair işi iyice ileri götürüp, Müslümanlara, "içinizdeki El Kaf&e
sömürgelerinden gelmiş, iki üç kuşaktır bu ülkede yaşayan İngiltereli Müslümanlar ne yapsınlar, fazla bir şey diyemiyorlar. Irkçı hareketlerin ve polis operasyonlarının hedefi haline gelme, işini, gücünü, itibarını, her şeyini kay- betme korkusu içinde bu nefret ve suçla- ma dalgasının geçmesini bekliyorlar. Ve mecburi hareketleri sabırla sürdürüyor- lar.
Fakat son günlerde, "ülkendeki medreseleri kapat", "onu bunu tutukla", "ne yap yap bul bize onları" türünden taleplerden bunalmış olmalı ki, "batı koalisyonunun İslam dünyasındaki değerli müttefiki" Pervez Müşerref sonunda kendini tutamadı.
O da kendi durduğu yerden Tony Blair'e
bazı hayat dersleri verdi. "İnsan hakları, özgürlük filan diyerek yıllarca kimseye dokunmadılar. Şimdi ektiklerini biçiyor- lar. Önce kendi evlerini düzene soksun- lar."
Kâbus
İkinci tur patlamayan bombalı saldırılar- dan bir gün sonra televizyona yapışmış gelişmeleri izliyorum. Sivil polislerin bir metro istasyonunda birini vurup öldürdüğü söylendi.
Bir görgü tanığı çıkardılar. Adam anlatıyor: "Tren istasyonda duruyordu. Birden bir bağrış çağrış duydum. Sonra Asyalıya benzeyen bir adam vagona daldı. Dalarken sendeledi, ya da itildi. Yere düştü. Silahlı adamlardan biri beş el ateş ederek yerdeki adamı öldürdü. Hayır, vurulan adamın elinde silah falan yoktu." Kaygıyla izliyorum. Adam silahsızken, yere düşmüşken niye vuru- luyor? Bir kelepçe geçirilip tutuk- lasalardı ya, o kadar tehlikeliyse. Bundan sonra işler böyle mi yani? Polisler sivilmiş. Adam ya anlamayıp kendini bazı katiller kovalıyor sanan ilgisiz biriyse?
Kameralar tekrar sunucuya dönüyor. Gülümseyerek yanındaki 'terör uzmanı'na dönüyor kadın. "Kamuoyunun polisten beklediği türden kararlı bir operasyona mı tanık oluyoruz sizce?" diyor, inanabiliyor musunuz? Bu bir kâbus!


Katil kim?
Benim gibi polisiye öykü meraklıları bilir. Bir cinayet işlendiğinde usta bir dedektif, sigara izmaritlerindeki ruj izlerini falan bir kenara bırakıp önce şu soruyu sorar: Bundan kim çıkar sağlıyor? Ama bunun yanıtı basit değil bu olayda. Eylemi yapanlar artık aramızda olmadıklarından, en azından bu dünya- da bir fayda edinemeyeceklerini söyleyebiliriz rahatça. Radikal bir örgüt üstlenmiş saldırıyı internette. Eh belki sınırlı bir fayda elde ederler.
"Ne biçim vurduk kalbinden işgalcileri ve haçlıları" filan diyerek prestij kazanıp taraftar toplayabilirler. Gene de işgali, milyonlarla sokağa dökülerek protesto etmiş bir şehrin insanını vurmakla moral bir üstünlük kazanabileceklerini ve kitle- sel destek sağlayabileceklerini

düşünmek zor. Ama saldırıların mesela İngiltere'deki yabancı ve göçmen düşmanlarına, ırkçılara güzel siyasi malzeme verdiğine hiç kuşku yok. Irkçı Britanya Milliyetçi Partisi şimdiden, bombalanan otobüsünün resmiyle ırkçı propaganda bildirileri dağıtmaya başladı mesela. Bu partiye verilen destek son yıllarda büyük hızla artıyor. İngiltere'nin çeşitli yerlerinde camiler, hatta bir Hindu tapınağı saldırıya uğradı. Leeds'de ırkçı gruplar Müslüman mahal- lelerinin yakınlarında gövde gösterileri yapmaya başladı.
Saldırılardan güzel siyasi malzeme elde eden bir başkası da Başbakan Tony Blair.
Biri sizi gözetliyor
Blair, saldırılardan önce, mecliste kendi partisi ve bir kısım muhalefet mil- letvekillerinin itirazları yüzünden takıiabileceği düşünülen birçok anti demokratik yasayı şimdi geçirebilecek. Vatandaşlara, tüm bilgilerini içeren elek- tronik kimlik kartları taşıma zorunluluğu getirilmesi mesela. Ya da, 'terörü dolaylı teşvik' etmek gibi her yere çekilebilecek bir suç icat edilmesi. Belki de İngiltere dış politikasını eleştirip, "Irak'ın işgali yanlıştır" ya da "Filistinlilere haksızlık ediliyor" derseniz, terörü dolaylı olarak teşvik etmiş olacaksınız. Hâkimin iki dudağı arasında. Sonra tehlikeli olduğu sanılan kişiler, ülkelerinde can güvenlik- leri olmasa bile artık iade edilebilecek- ler. Polis ve istihbarat örgütleri de kendilerine verilen yetkilerin
artırılmasını istiyormuş gazetelere göre. Mesela polis, Londra olaylarından sonra, şüphelileri, yargıç önüne çıkarmadan üç ay sorgulayabilmek istiyor. İnsaf! Üç ay nerede görülmüş. "Birinin bunlara Kopenhag Kriterlerini hatırlatması gerekiyor," diyeceksiniz belki ama, "tehditle karşı karşıyayım," diyerek ulus- lararası anlaşmalardan muafiyet isterler
o zaman da...
Kısacası bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete denebilir...



6 Pazartesi Temmuz - Ağustos 2005