http://www.birikimdergisi.com/birikim/kisi.aspx?kid=2349
SAYI 147 : TEMMUZ 2001 "Yeni Sol" ile Eskisi Arasında Devamlılık ve Kopuş
SAYI 134-135: HAZİRAN 2000 TürkiyE, Kürt Sorununun Geleceği ve Uluslararası Faktörlere Karamsar Bir Bakış
SAYI 111-112: TEMMUZ 1998 Kuzey İrlanda: Üçüncü Olasılık
SAYI 98: HAZİRAN 1997 İngiltere'de Seçimler: Zafer Kimin
İngiltere'de Seçimler: Zafer Kimin
İngiliz
ya da daha doğrusu Britanyalı seçmen 1 Mayıs genel seçimlerinde,
beklendiği üzere artık başına “yeni” sıfatı eklenen İşçi Partisi’ni eşi
menendi görülmemiş bir çoğunlukla tam 179 milletvekili farkla iktidara
getirdi.
Öyle
ki İşçi Partisi milletvekilleri iktidar partisi için ayrılmış sıralara
sığmıyor parlamentoda. Seçmen öte yandan dört kere üst üste seçip 18 yıl
başta tuttuğu Muhafazakâr Parti’yi de, ülkenin seçim tarihinde
görülmemiş bir hezimetle beş yıl için Majestelerinin muhalefeti ilân
etti. Bu durumda kaçınılmaz olarak “demokrasinin beşiğinde” seçmenin
niye bunu böyle yaptığını anlayıp dersler çıkarmak ihtiyacı doğdu. Ama
tabiî nereden bakıldığına bağlı olarak getirilen yorumlar da
farklılaştı. Basitçe sıralamak gerekirse, (a) Halk solun ve sosyalist
politikaların sağın politikalarından daha iyi olduğunu sonunda anladı.
Sol zafer kazandı. (b) Bu aslında Muhafazakârların zaferi. Seçimi
kaybettiler ama ideolojik olarak kazandılar ve İşçi Partisi ancak sağa
kayıp onlara benzeyerek seçim kazanabildi. (c) Britanyalılar
Muhafazakârlardan el aman deyip “alma mazlumun ahını, çıkar 18 senede”
demiş oldu. (d) Seçmen “demokrasilerde tebdil-i iktidarda ferahlık
vardır” dedi.
Ben
(d)’yi hemen dışlıyorum. Çünkü Muhafazakâr Parti’nin niçin dört kere
üst üste seçildiğini açıklamıyor. Bence İngiltere’de seçmenin niçin İşçi
Partisi’ni iktidara getirdiği sorusunun yanıtı esasen (b) ama aynı
zamanda (c) şıkları. Bu durumda (a) da otomatik olarak reddedilmiş
oluyor.
MUHAFAZAKÂRLARIN
ZAFERİ
Muhafazakâr
Parti seçim kampanyası boyunca, seçmene, “İşçi Partisi bizim
politikalarımıza sahip çıkıyor. Aslı varken niçin taklidini
seçiyorsunuz?” diye soruyordu. Bu sorudaki gücenikliği ve haklılığı
anlamak mümkün. Çünkü gerçekten İşçi Partisi 1979’da iktidarı kaybeden
parti değil artık. Kimilerine göre modernleşti, kimilerine göre sağa
kaydı. Ama artık sendikalar tarafından kurulan ve politikalarına onlar
tarafından yön verilen, temel üretim araçlarının kamu mülkiyetinde
olmasını ilke edinen bu nedenle özelleştirmelere karşı çıkan, refah
devletinin bekçisi İşçi Partisi tarih oldu. İşçi Partisi’nin geçirdiği
bu değişimin temelinde ise bizzat, 1979’da Margareth Thatcher
liderliğinde iktidara gelip, orada 18 yıl oturan “Yeni” Muhafazakâr
Parti’nin İngiltere’nin ekonomik, sosyal yapısını ve dolayısıyla da
siyasî haritasını yeni baştan çizmesi yatıyor. Kısacası Muhafazakâr
Parti iktidarı İngiltere’yi, muhalefetini ancak kendisine benzeyerek var
olabileceği bir noktaya getirerek önemli bir ideolojik zafer kazanmış
oldu. Ama bu dönüşümü yaratırken, fazla ileri gittiği de seçmenin 1
Mayıs seçimlerinde indirdiği tokadın ağırlığından belli oluyor.
Muhafazakârlar sadece seçimi kaybetmediler. Tarihlerinin en büyük
yenilgisini aldılar.
DEMİR LADY’DEN
SONRA OLANLAR
Margareth
Thatcher 1979’da İngiltere tarihinin ilk kadın başbakanı olduğunda,
tarihe bu özelliğiyle adını yazdıracağı düşünüldüyse de pek hata
edildiği kısa sürede anlaşıldı.
Thatcher
özellikle iki dünya savaşının getirdiği yıkımın ardından bir toplumsal
uzlaşma olarak köklenen refah devletine büyük darbeler indirdi. Sosyal
hizmetler için ayrılan fonlar kısılır ve hizmetler giderek kötüleşirken,
sosyal güvenlik ödemelerinin kısılması için adımlar atıldı. Emeklilere,
işsizlere, çocuklara, tek başına çocuk büyütenlere, özürlülere,
yaşlılara, mültecilere kısacası en zayıf durumdaki kesimlere yönelik
sosyal güvenlik ödemeleri ya da yardımlar tırpanlandı. Son yıllarda
sayısında düşüş olmakla birlikte ülkede halen 2 milyonu aşkın işsiz var.
Bunların içinde sürekli işsizlerin oranı ücretlerdeki genel düşüş
nedeniyle arttı. Thatcher ve sonrasında Muhafazakârlar, çalışanların
haklarını düzenleyen Avrupa Birliği Sosyal Sözleşmesini dahi sanayiye
zarar vereceği gerekçesiyle imzalamadılar. Kamu harcamaları kısılırken
vergiler bari artmasaydı. Onlar da arttı.
Yoksulluk,
işsizlik ve sefalet arttı. Toplumsal uçurumlar büyüdü. Bir araştırmaya
göre bundan 18 yıl önce toplumun en düşük gelirli yüzde onluk bölümü
millî gelirin yüzde dördünü alırken, bugün bu oran yüzde ikibuçuğa
düşmüş. Öte yandan en zengin yüzde onluk kesim Muhafazakârlar iktidara
geldiğinde millî gelirin yüzde yirmisini alırken, şimdi yüzde
yirmialtısını alır olmuşlar.
Gelir
dağılımı bozulup yoksulluk artsa da işveren çevreleri memnundu. Ücret
artışları ve kamu harcamaları aşağı çekilerek enflasyon düşürülmüş,
ekonomi canlanmış kârlar büyümüştü. Bu memnuniyet ve servetler bir başka
adımla daha da büyüdü: Kamu işletmelerinin özelleştirilmesi. Çelik
işletmesi, Elektrik, Su, Havayolları, Havagazı işletmesi, demiryolları,
metrolar ve daha birçok kamu işletmesi özelleştirildi. Büyük kârlar
edinildi.
Bütün
bunlar olurken Thatcher, muhaliflerini de iyice ezerek, karşıt sesleri
minimuma indirdi. İşçi sendikalarının kurduğu ve gücünü doğrudan
onlardan alan muhalefet İşçi Partisi’ne ve bu arada tabiî genel olarak
işçilere çok büyük darbeler indirip, hareketsiz hale getirdi.
Bunu
kısa vadede, sendikal hakları inanılmaz bir hızla ortadan kaldırarak ve
sendikaların üzerine en sert şekilde gidip, bellerini kırarak yaptı.
İngiliz madencilerin dünya sendikal mücadeleler tarihine geçen grevini
kırmak için İstihbarat teşkilatının bile devreye sokulduğu, sendikanın
içeriden bölünmesi dışarıdan yıpratılması için MI 5’in faaliyette
bulunduğu sonradan ortaya çıktı. Madenlerin verimsiz denilerek hızla
kapatılmasıyla maden işçilerinin sayısı yüzbinlerden onbinlere düşerken,
en güçlü sendikalardan biri eridi. Bu genel olarak sendika saflarında
moral çöküntü, toplu pazarlık ve grevin etkinliğinin kırılması ve
sendikalı işçi sayısında düşüş şeklinde neticelendi. İş güvencesi
zedelendi, işçi ücretlerinde artışlar dondu kaldı. Sendikalar kamuoyunun
gözünde meşrû ve demokrasinin olmazsa olmaz parçalarından biri iken,
toplumsal huzursuzluğun, partizanlığın, hattâ ekonomik krizlerin baş
müsebbibi ilân edildiler.
Muhafazakârlar
uzun vadede ise Türkiye’de köşe dönmecilik ya da Özalcılık diye
literatüre geçmiş olan ideolojik ortamı yaratarak, konut ve ipotekle
kredi konusundaki düzenlemelerle milyonlarca işçiyi mülk sahibi kılarak,
sosyal devletin erimesini, toplumsal uçurumların artmasını, yükselme,
zengin olma umutlarıyla ikâme etti. Bu umutları gerçekleşen küçük bir
kesim de oldu tabiî. 20-25 yaşlarında milyonlarla oynayan borsa
simsarları, aracılar, spekülatörler, özelleştirilen kamu işletmelerine
astronomik maaşlarla genel müdür olan eski bürokratlar gibi. Artık eski
İngiltere gibi zengin ve önemli olmak için zengin ve soylu doğmak
gerekmiyordu. Ekonomik düzeyde bunu üretime yönelik sanayiin payının
giderek küçülmesi, hizmet sektörünün hızla büyümesi tamamladı. Ülkenin
ekonomik ve sosyal yapısı değişmiş, madenlerde ve fabrikalarda çalışan
milyonlarca işçi erimiş onların yerini mülk sahibi, çoğu hizmet
sektöründe çalışan ve fırsatlar toplumunun nimetlerinden yararlanmaya
istekli orta direk almıştı.
İŞÇİ PARTİSİ’NİN
UZUN YÜRÜYÜŞÜ
Bütün
bu köklü dönüşüm sürecinde İşçi Partisi de kendisini bugünlere getiren
uzun yürüyüşüne başladı. 1979’da iktidarı Muhafazakârlara kaybeden İşçi
Partisi önce, Michael Foot liderliğinde yeni ve radikal sağ karşısında
daha kararlı ve sert bir sol çizgi ile muhalefete girişti. Sosyal
devlet, temel üretim araçlarının kamu mülkiyeti gibi zaten kuruluşunda
kabul ettiği temel ilkelere dış politikada tek yanlı nükleer
silahsızlanmayı ekledi. 1983’te ilân ettiği sol seçim manifestosu bazı
partililerce “tarihin en uzun intihar mektubu” diye yorumlandı. Çünkü
İngiltere’de kamuoyu Muhafazakârların çizdiği yeni ve harikûlade
fırsatlarla dolu parlak gelecek tablosuna iyice kapılmış ama faturasını
da henüz görmemişti.
1983
seçim yenilgisinden sonra partinin yeni lideri Neil Kinnock, parti
içindeki sol kanatla hesaplaşmaya girişti. Tüzük ve kuruluş ilkelerinde
sol söylemi değiştirmeye yönelik adımları atmaya başladı. Ancak İşçi
Partisi’ni tam bir iç kargaşaya sürükleyen ve parçalanmanın eşiğine
getiren bu hesaplaşma partinin 1987 seçimlerini de kaybetmesine yol
açtı. Ama modernleşme ya da sağa kayış artık geri dönmemek üzere
başlamıştı. Partinin kurucusu ve efendisi güçlü işçi sendikaları,
partinin karar süreçlerinde kâğıt üzerinde hâlâ sahip oldukları
ağırlığın zeminini oluşturan ekonomik ve siyasî güçlerini yitirdiler.
1992 seçimlerinde parti, değiştiğini ve nasıl değiştiğini henüz
kendisine ve kamuoyuna net bir şekilde anlatamadı ve Muhafazakârların
acımasız sosyal politikalarının acısı çıkmaya başladığı halde yeni sağın
ideolojik zaferi sürüyordu ve soldan ödü patlar hale getirilen seçmen,
“hâlâ soldalar da oy toplamak için değiştik diyorlar” diyerek İşçi
Partisi’ni iktidara getirmedi.
1992’de
yeni lider John Smith ve onun 1994’teki ani ölümü ardından yerini alan
genç ve çevik lider Tony Blair değişim sürecinin adını koydular.
Partinin tüzüğü temelden değiştirilerek, sendikalara, artık partinin
efendisi olmadıkları hâlâ anlamamış olabilirler diye açıkça bildirildi.
“Yeni” İşçi Partisi’nin, işçilerin değil, herkesin, orta sınıfların ve
iş çevrelerinin de partisidir denildi. Parti politikalarına daha bir
açıklık getirdi ve seçmen bu kez ikna oldu. Yalnız orta sınıf da değil,
Thatcher’in milyonerleri diye bilinen yeni zenginler bile seçim
öncesinde tek tek saf değiştirip, esasen mevcut ekonomik politikalarda
çok köklü bir değişiklik yapmayacak, ama daha sevimli ve çağdaş
görünümlü ve insancıl yüzlü İşçi Partisi’ni tercih ettiklerini ilân
ettiler.
SOLUN ZAFERİ DEĞİL
“Sol”dan
ne anlaşıldığı kişiye göre değişir ama kuruluşunda sosyalizmi ilke
edinmiş İngiliz İşçi Partisi’nin artık bırakın sosyalizm, marşı Kızıl
Bayrak, ya da sembolü kızıl gül ile, adıyla bile alakası yok. İktidar
olmak için Muhafazakâr Parti’nin 18 yılda dönüştürdüğü İngiltere’ye
geldiği noktadan bakarak geriye dönülemeyeceğini kabulleniyor ve yeni
sahada yeni kurallarla oynamaya başlıyor. Yeni sağın artık seçmenin
belkemiğini oluşturan orta sınıflara çok cazip gelen, girişimci, bireyci
ve kapitalist değerleri yücelten ideolojisini coşkuyla benimseyip, buna
karşılık, sosyal devletin alelacele ve acımasızca eritilmesinin açtığı
derin toplumsal yaralara merhem vaadederek Muhafazakârların kaybettiği
puanları topluyor.
Ama
İşçi Partisi refah devletinin eski haline getirmeyi hedeflemiyor.
Vergilerle kaynak yaratıp, kamu harcamalarını genişletme yoluna
gitmiyor. Programına göre İşçi Partisi iktidarı sosyal yardımları,
emekli maaşlarını, işsizlik parası ve diğer sosyal ödemeleri
arttırmayacak, eğitim ve sağlık bütçelerini genişletmeyecek, çevre
koruma için ek bütçe koymayacak. Ama örneğin özel sektörü bu alanlarda
gönüllü ya da zorunlu katkıda bulunmaya zorlayarak, sosyal sorunların
çözümüne sermayeyi ortak etmeyi teşvik edecek. Vergileri arttırmayacak,
ama yüksek gelir grupları aleyhine vergi muafiyetleriyle oynayarak, daha
adil bir vergi sistemi arayacak. Kuruluş ilkelerinden “temel üretim
araçlarının kamu mülkiyetinde” olmasından vazgeçtiğinden, özelleştirilen
kamu işletmelerini yeniden devletleştirmeyecek. Ama bu işletmeleri
satın alarak büyük kârlar elde eden özel işletmelere, bir defalık özel
bir vergi koyacak. Bunu işsizlikle mücadele fonuna aktaracak. Sosyal
harcamaları işsizliği düşürerek azaltmayı hedefleyecek.
Ekonomik
politikalarını Muhafazakârların daha insanî bir versiyonu olmakla
sınırlayan İşçi Partisi siyasî planda ise daha büyük esnekliğe sahip.
Daha toplumcu, daha insanî, daha hayırsever ve daha içten, daha
özgürlükçü, daha liberal bir parti olduğunu sergilemeye yönelik bir dizi
yasal ve anayasal adımın hazırlıkları içinde. Asgari ücret uygulaması
konacak, İskoçya ve Galler’e belirli sınırlar içinde özerklik verilecek.
İngiliz kuvvetleri Kuzey İrlanda’dan çekilmeyecek, ama IRA’nın siyasî
kanadı Sinn Fein’le doğrudan görüşmeler yapılacak. Ceza ve infaz
yasalarında, sendikal hakları düzenleyen yasalarda, göçmen yasalarında
insanî değişiklikler yapılacak. Dış yardım konusunda insanî kriterler
öne çıkacak. Avrupa’da çalışanların haklarını düzenleyen Avrupa Birliği
sosyal sözleşmesi imzalanacak.
Muhafazakârlardan
daha demokratik, daha “çağdaş”, modern ve eşitlikçi bir parti imajı
çizen İşçi Partisi, sembolik adımlarla bir de tarz yaratacak. Buna
başladı bile. Kabine üyeleri birbirlerine ilk isimleriyle
hitabedecekler, avam kamarasının genel kurul salonu yüzlerce yıllık
şeklini değiştirecek, bir süre sonra Lordlar Kamarası’nı lağvedilmesi de
gündeme gelecek. Modernlik imajı mecliste sayıları iki katına çıkan
İşçi Partili kadın milletvekili, siyah ve Asyalı milletvekilleri,
eşcinsel milletvekilleri ile de güçleniyor.
FENA MI OLDU YANİ?
Daha iyi olabilirdi. Çok büyük bir farkla seçimi kazanan İşçi Partisi, 18 yılda açılmış yaraları çok daha iyi sarabilecek, ekonomik
ve sosyal politikalarla gelse de belli ki seçimi kazanacaktı bu sefer.
Belki en yakın rakibini 179 milletvekili geride bırakarak değil ve belki
de bu kadar geniş kesimlerin desteğini alarak değil ama kazanacaktı.
Örneğin vergi koyarak kaynak yaratması için kamuoyu yoklamalarına göre
halkın yüzde yetmişinin onayı vardı. Ama olmadı. Dört seçim kaybeden ve
beşinciyi kaybetmemeye yemin eden İşçi Partisi değişeceğim derken
ekonomik ve sosyal politikaları konusunda kantarın topuzunu iyice sağa
kaçırdı. Ve daha önce kendi sağında olan üçüncü parti Liberal
Demokratların bile sağına düştü. Öyle ki, seçime doğru yapılan
anketlerde, seçmenlerin büyük çoğunluğunun İşçi Partisi ile Muhafazakâr
Partinin politikalarını ayırdedemediği ortaya çıktı.
Partilerin
programlarının birbirine fazlaca yakınlaşması ve sağın solun belli
olmaması tabiî siyasetin tadını tuzunu kaçırıyor ama, yine de ne yalan
söylemeli, Muhafazakârların sille tokat kaybettikleri ve ne de olsa bir
zamanlar bir yerinden sendikacılığa ve solculuğa bulaşmış 300’ü aşkın
adam ve tam 103 kadın milletvekilinin onlardan boşalan koltuklara
oturdukları bir seçim izlemek çok büyük bir zevkti. İşçi Partisi’nin
siyasetini beğenmek kolay değil ama, ben Türkiye için yazılmış da olsa
“çelişkiler keskinleşsin diye böyle mi geçsin ömrüm” şarkısının ana
fikrine katılıyorum. Evet sonuçta İşçi Partisi’nin seçim zaferi
“sosyalistlerin” ya da “sol”un zaferi olmaktan çok, İngiltere’yi artık
sosyalistlerin sosyalist olarak seçimle iktidara gelemeyeceği bir ülke
haline getiren Muhafazakârların zaferi. (Zaten ilginçtir İngiltere’de
iktidar sadece seçim yoluyla değişebiliyor.) Ama İngiliz seçmenin
bekleyip bekleyip de Muhafazakârlara indirdiği bu ağır yumruk, sağın
piyasa ekonomisinin acımasızlığını çok ileriye götürdüğü mesajını da pek
güzel verdi.
İngiltere,
adı İşçi Partisi de olsa artık işçilerin kurduğu parti tarafından
yönetilmeyecek ama en azından uzunca bir süre İngiltere’de ve hattâ onun
verdiği ilhamla Fransa, Almanya ve Batı Avrupa ülkeleri ile dünyanın
başka köşelerinde Thatcherizm rüzgârlarının yerine Blairizm rüzgârları
esecek, esmeye başladı bile. (Fransa’da sadece sosyalistler değil, sağ
liberaller de Blair çizgisinde olduklarını söylüyorlar.) Nispeten
demokratik, daha insanî, kamusal ve özel çıkar dengelerinin azıcık
kamuya doğru esnediği bir kapitalizm aranacak. Solun sağa kayışı şimdi
yerini sağın sola kayıyormuş gibi yapmasına bırakacak. Tabiî bir yere
kadar.