28 Haziran 1989 Çarşamba

SF KAKTÜS 8. SAYI: KADININ EV İÇİ EMEĞİNE EL KONULMASININ ANLAMI ÜZERİNE




Kadının Ev içi Emeğine El Konulması Anlamı Üzerine

Kumru Başer Londra 28.06.1989

Gülnur'un, 7. sayıda "Kadınların Kurtuluşu Bildirgesinin Düşündürdükleri" başlıklı yazısında başlattığı tartışma beni çok sevindirdi.

Biz de Londra'daki grubumuzda geçtiğimiz aylarda, aynı konularda bir tartışma yürütmüştük. Gündemlerimizin çakışması beni sevindirdi. Ayrıca tartışılanların da temel önemde olduğunu düşünüyorum.

Ben de, Gülnur'dan bir çok noktada farklılaşan düşüncelerimi aktararak bu tartışmaya katılmak istedim.

Bir kere, erkek egemenliğinin, ekonomik temellerinin görülmeyerek, geri bir ideolojinin kalıntısı ya da bir eğitim eksikliği gibi gerekçelere dayandırılmasına ben de karşı çıkıyorum. Ve böyle bir bakışın, aslında, erkek egemenliği ya da patriyarka denilen egemenlik biçimini anlamamanın da ötesinde: tehlikeli sonuçları olduğunu düşünüyorum. Çünkü, böylesi bir mantık, özellikle de maddeci olduklarını söyleyenler tarafından dile getirildiğinde, kadın kurtuluş hareketinin öneminin ve kapsamının azımsanması veya küçümsenmesi ile özdeşleşiyor.

Eksik bir tanımlama ile kaba bir materyalizm de birleştiğinde, bu, erkek egemenliğiyle hiç bir ilişkisi bulunmayan üretim ilişkilerine ait eşitsizlikler ve sömürü ortadan kaldırıldığında, buna bağlı olarak dönüştürülebilecek, ideoloji veya eğitim gibi üst yapısal bir olgu olarak algılanıyor.

Gülnur'un yazısında eksikliğini hissettiğim bir nokta, kadının ev içi emeğinin, açık bir toplumsal-ekonomik tanımını içermemesi.

Erkek egemenliği ya da patriyarkanın maddi temelleri irdelendiğinde, öncelikle kadının emeğinin niteliğinin tahlil edilmesi ve buradan kalkarak, bu emeğe el konuluşunun nasıl bir anlam taşıdığının değerlendirilmesi gerekir bence.

Öncelikle, kadının ev içi emeği (ev dışında çalışan kadının emeğini tamamen tartışma dışı bırakıyorum şimdilik) toplumsal üretimin bir parçası mıdır? Yani bizzatihi bir üretim midir?

"Kadının ev içi emeği üretim sürecine dolaylı bir katkıdır, işgücünün yeniden üretimini sağlar" diyenler var. Bence kadının bu emeği, toplumsal üretimin bir parçasıdır ve üretime doğrudan bir katkıdır.

Kadının ev içi emeğinin ayırıcı özelliklerinden ilki bence, yok sayılmasıdır. "Ev kadını" tanımlaması, "çalışmayan kadın" tanımlamasıyla eş anlamda kullanılarak, kadının emeği, herşeyden önce, ideolojik olarak yok sayılmaktadır.

Kadının evde bir şeyler yaptığı kabul edilse bile, yaptığı şeyler, egemen yargılara göre, "değersiz" ve aşağılanan işler statüsüne girmektedir. Bunun ayrılmaz bir boyutu, yine kadın emeğini, günümüz toplumlarında, işçi emeğinden ayıran temel fark, yani kadının emeğinin piyasa yasalarına tabi olmamasıdır. Yani kadının çalışma saatleri düzenlememiştir. Gece gündüz çalışabilir.

Bu çalışma saatlerinin yapılan istatistiklere göre, dünyada genellikle çalışanlar için öngürülen ortalama çalışma saatlerinin çok üstünde olduğu görülmektedir. Tabii, sigortası, güvencesi, tazminatı, iş riski ödenekleri ve benzerlerinden de yararlanmaz. Ve en temel olarak, emeğine ücret ödenmez.

Gülnur bu noktada, nedense, "kadının geçiminin güvence altına alınmasının, onun emeğinin karşılığı olduğu, dolayısıyla ortada bir el koymanın söz konusu olmadığına "ilişkin erkek tezinden gereğinden fazla etkilenerek, bu teze karşı savunma geliştirmeye ağırlık veriyor.

"Genel anlamda el koyma" şeklinde nitelediği ilişkiyi, kadının, emeğinin denetimine sahip olmaması şeklinde açıyor ki, bu mevcut durumun tanımlanması için çok hafif ve eksik bir tanımlama gibi geliyor bana.

İşçilerin de kendi emekleri üzerinde denetimleri olduğundan söz edilemez büyük ölçüde ama, kadının ev içi emeğinin sömürüsünün farklı bir karakteri var, o da, erkeğin kadının yalnızca işgücünden değil, bedeninden ve onun tüm ürettiklerinden ve sunduklarından da yararlanma hakkına, ayrıca bu beden üzerinde tasarruf hakkına da sahip olması (aile içi ırza geçme ve dayak gibi).

Bütün bunlar da yok sayılan ve bir karşılığı olduğu bile kabul edilmeyen, böylece tümüyle el konulan kadın emeğini, işçi emeğinden çok köle emeğine yakınlaştıran bir özellik.

Yine Gülnur'dan farklılaştığım bir nokta, kadının emeğine bu el koyuşa verdiğim isim: sömürü. Gülnur'un, "sömürü" kavramının kullanılmasına karşı çıkarken söylediklerini ikna edici değil ama karışık ve çelişkili buluyorum.

Kadınların, birbirlerinden çok farklı üretim ilişkileri içinde bulunmaları, yalnızca evde, ya da evde ve tarlada ya da evde ye fabrikada çalışıyor olmaları ya da ev işlerinin bir kısmını başka kadınlara para karşılığı yaptırıyor olmaları, onların tümünün ev içinde harcadıkları emeğe el koyulduğu gerçeğini niye değiştirsin?

Bu farklılıklar yalnızca, farklı kadınların farklı yoğunlukta sömürüye tabi olduklarını gösterir. Sömürü karşılıksız ya da karşılığı tam olarak verilmeden sistematik olarak bir kesimin emeğine el konulması olarak anlaşılırsa, ki sanırım bu kavram en çıplak biçimiyle tam da böyle bir şeyi ifade etmek için icad edilmiştir, o halde, niye kadınların, farklılıklarına rağmen, tümünün emeklerine el konulması sömürü kavramıyla ifade edilemesin?

Bu, sömürü kavramının, sosyalist söylemde kullanılışından bir etkileniş bile olsa böyle algılanamaz. Farklı ülkelerde, farklı renklerde, farklı cinsiyetlerde ve farklı işkollarında çalışan işçilerin maruz kaldıkları sömürü de kadınların maruz kaldıkları sömürü kadar nicel farklılaşmalar gösterebilir.

Tüm bu söylediklerimin ve farklılıklarımın pratik çıkarsamaları da Gülnur'unkinden farklı oluyor doğal olarak.

Ben, kadınlar olarak yıkmayı hedefleyebileceğimiz bir ekonomik/toplumsal ilişki biçiminin varolduğuna inanıyorum. Bu da, günümüzde, kapitalist üretim tarzı ile içiçe geçmiş olan patriyarkal sömürü ilişkileridir.

Yani, üretim araçlarının mülkiyetinin ve denetiminin ve bununla birlikte yaratılan değerlerin sermaye sahiplerinden alınıp herkese maledilmesi değil aynı zamanda tüm bunların erkeklerin de elinden alınıp herkese maledilmesi de gerekir.