15 Eylül 2010 Çarşamba

GAZZE'DEN 2010'DA DÖNEN RADA DANIELL İLE SÖYLEŞİ


 EYLÜL 2010 - YAYINLANMADI 
Rada Daniell Batı Şeria'da 2009'da geçirdiği aylardan sonra 2009 yılı sonunda Viva Palestina konvoyu ile Gazze'ye gitti ve orada altı aya yakın barış gönüllüsü olarak yaşadı. Dönüşünden sonra Londra'da konuştuk...

KB:  Gazze’ye gitmeye nasıl karar verdiniz?
RD: Bir önceki yılın 2009’un baharında Batı Şeria’ya küçük bir gönüllü yardım örgütü olan IWPS, Uluslararası Kadın Barış Örgütü ile gitmiştim. İki ay kaldım. İşimden ücretsiz izin almıştım. Geri dönüp tekrar işe başladım. Ama gerçekten daha uzun kalmak istiyordum. Ve Gazze’yi de çok merak ediyordum. Kudüs’deki bir hostelde Gazze’den yeni dönmüş bir kadınla karşılaştım. 2008i 2009a bağlayan yılbaşında İsrail tarafından yapılan bombardımandan kısa süre sonra Gazze’ye girmeyi başarmıştı. Ona sordum, “nasıldı, nasıl girdin?” diye. Sonra Batı Şeria’dan döndükten sonra, o sırada benle birlikte gönüllü çalışma yapan kadınlardan biri Gazze’ye girmeyi başardı. Onunla temas halindeydim. O zaman gitmek istediğime karar verdim.
KB: Gidince ne yapacağınızı düşündünüz? Ne faydanız olacaktı?
RD: Batı Şeria yabancılarla dolu. Dayanışma çalışması yapan uluslararası eylemciler, din adamları. Çünkü oraya gitmek görece kolay.  Abluka yok, kara sınırlarından girebiliyorsunuz. Çeşitli dini gruplardan insanlar gönüllü çalışmalar yapıyor, her türlü örgüt. Arkadaşım ise bana Gazze’de çok çok az sayıda uluslararası gönüllü olduğunu söyledi. O sırada üç dört kişilerdi. Çünkü girmek zordu. Daha doğrusu neredeyse imkansızdı girmek Gazze’ye. Uluslararası gönüllülere ihtiyaç olduğunu düşündüm.
KB: Kolay değil Gazze’ye girmek. Nasıl başardınız?
RD: İşimden istifa ederek, Viva Palestina yardım konvoyuna katılmaya karar verdim. Londra’dan kara yoluyla 6 Aralık 2009 da hareket edip, Avrupa’yı boydan boya geçip, Türkiye, Suriye, Ürdün yeniden Suriye , El Ariş yoluyla Gazze’ye gittik. Bu Gazze’ye girebilmemim tek yoluydu. Filistin Dayanışma kampanyasının uzun zamandır üyesiydim ve zaten konvoy için para toplama kampanyasına katılacaktım. Üç kişi topladığımız paralarla bir ambulans satın aldık ve ikiyüz diğer araçla beraber yardım konvoyuna katıldık. Araçların 140’ı Türkiye’dendi. Bize istanbul’dan katıldılar. İHH ile ortaklaştık. İçeri girip giremiyeceğimizi bilmiyorduk. Yol 33 gün sürdü. 6 Ocak tarihinde Gazze’ye girinceye kadar, içeriye girebileceğimize inanamadık. Bize izin vermeyeceklerinden korkuyorduk.
KB: İçeri girdiğinizde, kalmak kolay oldu mu?
RD: Hayır çok zordu kalmak. Bir dizi tesadüf ve gelişme sayesinde kalabildim. Biz konvoyun en sonundaydık. Sabahın erken saatlerinde 03.00 gibi girdik. Otellerde yer kalmamıştı. Konvoyun başındakiler yerleştirilmişti. Son kalanlar ise Gazzelilerin evlerine dağıtıldı. Bize “kimse burada kalamaz” dendi. Çünkü Mısır konvoyun geçişine Hamas’ın  bütün konvoya katılanların geri çıkışını sağlaması şartıyla izin vermişti. Şans eseri bir Gazzelinin evinde kalıyordum. Onlara kalmak istediğimi söyledim. Bana yardım edeceklerini söylediler. Bir arabanın arkasında saklandım bir süre. Konvoy üyeleri 48 saat bile geçirmeden Gazze’den çıkmaya zorlandı. Herkes hayal kırıklığı içindeydi. Mülteci kamplarını, bombalanan yerleri görmek istiyorlardı. Vardığımız gün tamamen kutlamalarla geçmişti. Konvoydakiler hiç bir yeri gezememişlerdi.. Gazze parlamentosu sayılan Yasama Meclisi üyeleri, İsmail Haniya bizimle görüştü, danslar, gösteriler yapıldı. Neyse, sonunda kalabildim. Ama pasaportumu vermeyecekler diye başlangıçta çok endişeliydim. Çünkü Filistin sınırında pasaportlarımızı almışlardı.
KB: Nasıl geri aldınız?
RD: konvoydaki bir Filistinli bir hafta kalmayı umuyordu. Kalamayacağını anladı çünkü Refah tamamen kapalıydı. Sadece giriş ve çıkışta açıyorlardı. O gitmeye karar verdi. Onun bir arkadaşı geldi ve onunla beraber benim pasaportumu da getirdi. Çok sevindim. Çünkü pasaportum olmasa,  çıkacağım zaman Refah kapısına gidip sınır dışı edilmeyi beklemem gerekecekti.
KB: Ne yaptınız, diğer uluslararası gönüllüleri nasıl buldunuz?
RD: Daha önce haberleştiğim arkadaşımı buldum, Batı Şeria’dan tanıdığım Bianca oradaydı. Maltalı bir gönüllü. Bir ofisimiz var dedi. Orda yatıp kalkıyorduk. Onun yanına taşındım. Onun yaptığı şeylere ben de katılmaya başladım.
KB: Kaç kişiydiniz?
RD: Başlangıçta üç kişiydik sadece. Bianca, bombardımandan önce Gazzeye giren, o sırada yaklaşık bir yıldır Gazzede olan Kanadalı Eva ve ben, üçümüzdük. Ben gittikten üç ay kadar sonra Mart ortalarında Refah’dan girmeyi başaran üç uluslararası gönüllü daha bize katıldı. Altı kişi olduk.
KB: Ne yapıyordunuz?
RD: Uluslararası Dayanışma Hareketine katılmıştım. Bu yine küçük bir dayanışma eylemcisi örgüt. Sadece Filistin’de faaliyet gösteriyor. Batı Şeria’da daha çok sayıda gönüllüsü var. Kısa adı ISM... (International Solidarity Movement). ISM eylemlilikten yana. Sadece bir şeyleri söylemenin yetmediğine, bizzat eyleme geçmek gerektiğine inanıyor. Duvarlar inşa ediliyor. Duvarları yıkmak gereğine inanıyor. Ama kendisi inisiyatif geliştirmiyor, Filistinlilerin girişimlerini destekliyor, onların adaletsizliklere karşı protestolarına kalkan oluyor.  Onlara eşlik ediyor. Günlük işini gücünü yürüten Filistinlilerin işgale direniş amaçlı her türlü faaliyetine eşlik ediyor ve koruma sağlıyorduk. Ayrıca yazma duyurma , gözlemcilik , tanıklık yapmak da bir başka işimizdi. Başka uluslararası gönüllülerin bulunmadığı bir yerdeydik. Bu konuda hepimiz Gazze’den ve hatta Batı Şeria’dan ne kadar az bilginin dışarı çıktığının farkındaydık. Bu bizim oynadığımız önemli bir rol olacaktı. Resimler , video filmleri çekiyorduk, yazıyorduk, ve mümkün olan en çok sayıda insanın Gazze’de olan bitenden haberdar olmasını sağlamaya çalışıyorduk.
KB: Koruma ve eşlik amaçlı eylemlerinize örnek verir misiniz?
RD: Bazı günler çiftçilere eşlik ediyorduk. Bizi çağırıyorlardı. Toprakları sınır bölgesine yakın olan köylüler vardı. Sınırları çok uzun Gazze’nin. Çünkü bir şerit burası. İsraille kuzeyde 4 mil sınırı var. 45 mil de doğuda. Yine 12 mil Mısırla sınırı var. Bu sınırların tümü çok tehlikeli. Ve sınırın 300 metre yakınına yaklaşanlara gerçek mermilerle ateş ediliyor. Filistinlilerin çok az toprağı var zaten. Bu sınırlamalar sorun yaratıyor. Sınır yakınında tarlaları var bir çok filistinlinin. Ve bunları kullanmak zorundalar. Çünkü abluka altındaki bu bölgede yaşamını sürdürmenin yolları çok sınırlı. Çok az şey geliyor dışardan, tüneller hariç. Denize kıyıları da aynı şekilde. Balıkçılar sadece 3 deniz mili açılabiliyor. Uluslararası yasalara göre bunun aslında 20 deniz mili olması gerekiyor. Fakat heyhat, İsrail sadece 3 mile izin veriyor. Burada da artık balık kalmamış durumda. Biz de bazı günler çiftçilerle sınırdaki bu tarlalara gidiyorduk. Sabahın 4 ünde kalkılıyor. Gazze’de otobüs yok, ama dolmuş var. Çok ucuz. Önce çiftçinin evine gidiyorduk. İlk defa gidiyorsak bu aileye, onlara önce nasıl çalıştığımızı açıklıyorduk, ateş açıldığında ne yapmamızı istediklerini soruyorduk. Bazıları ateş açılınca çekilmek istiyordu. Bazıları ise ateş açılsa da çalışmaya devam etmek istiyordu. Biz de onlara ateş başlarsa, onlarla israilliler arasında olacağımızı söylüyorduk. Ellerimizde megafonlar oluyordu. İsrail askerlerine, “biz burada filistinlilere eşlik ediyoruz, size bir tehdit oluşturmuyoruz, niye ateş ediyorsunuz, ateş etmeyin” yollu şeyler haykırıyorduk.
KB: Hep ateş ediliyor muydu ?
RD: Hemen her defasında.. Özellikle de Husa , Kuteym, Hanyun’un doğusunda bir yer vardı, oralarda hep ateş açılıyordu. Diğer yerler vardı ki bazen ateş açılıyordu. Fakat bunun bir mantığı filan yoktu. Ne zaman ateş edecekleri hiç belli olmuyordu. Bazı komutanlara, bazı nöbetçilerin keyfine göre değişiyordu.
KB: Çiftçiler ne tür faaliyetler yürütüyordu?
RD: Buğday ekiyorlardı. Ben gittikten kısa süre sonra yağmurlu mevsimdi, tohum atma zamanıydı. Sınır bölgesine buğday ekiyorlar çünkü daha az bakım gerektiriyor. Mümkün olduğu kadar az tehlikeye atmak istiyorlar kendilerini, ailelerini tabi. Üç kere gitmeleri gerekiyor. Tohum atma, bir ay kadar sonra gübreleme, ve sonra hasat.
KB: İlk kez üzerinize ateş açıldığında ne hissettiniz?
RD: İlk kez ateş açıldığında dehşete kapıldım. Bianca ve Eva’ya baktım. Öylece duruyorlardı. Çiftçiler çekilmişti. Saklanacak yer yoktu aslında ama biraz geriye gitmişlerdi. Bianca kamerasıyla film çekiyordu, Eva, “askerler, durun ateş etmeyin, biz barışçı insanlarız, size saldırmaya niyetimiz yok, dünyanın gözleri üzerinizde”,gibi şeyler söylüyordu.
Ben ise öylece durdum. Çok nahoş, kulağınızın yakınında vızz vızz kurşun sesleri.. Aslında korkutmak amacıyla ateş açıyorlardı. Ama yine de çok sinir bozucu.. bütün bedeniniz kaçmak istiyor, içiniz direniyor, “kaçmak yanlış olur, insanların bu topraklara ihtiyacı var” diyorsunuz kendi kendinize..
KB: Direncinizi ne sağlıyordu? Dindar biri misiniz örneğin?
RD: Hayır, dindar değilim. Üstelik cesur biri de değilim. Çok korkağımdır. Ama bu insanların hemen hepsinin bir zamanlar şu anda İsrail olan topraklarda bir yaşadığını, ailelerinin buraya göçmek zorunda kaldığını , topraklarının orada kaldığını, herşeylerini kaybettiklerini, şimdi burada satın alabildikleri bu sınır bölgesindeki topraklarında, ablukadan önce meyve bahçeleri olduğunu, piknikler yaptıklarını, durumlarının iyi olduğunu dinliyorduk hep.  Şimdi bunların hepsi çok uzak onlara, hem de kendilerinin bunda hiç bir suçu yok. Benim oğlum Anthony’nin yaşında, yani 20sindeki Filistinli gençler, bu tarlalarda çalışıyor ve üzerlerine ateş açılıyor. Bizim hayatlarımız farklı geldiğimiz ülkelerde. Bunu biraz paylaşmamız gerektiğine inandım. İsraillilerin ateş açmasını biraz zorlaştırabileceğimizi düşündüm. Bazı uluslararası eylemcileri de vurdukları oldu biliyorum, ama aslında bunu yapmaktan çekiniyorlar. Kim olduğumuzu bilmiyorlar, yabancı elçiliklerle uğraşmak istemiyorlar. Önemli biri olabiliriz diye korkuyorlar.
Bu insanlara ne olduğunu dünyaya duyurabilmek, ve onlara biraz koruma sağlamak istedim. Canlı kalkan lafını sevmiyorum. Çok pasif bi kavram. Biz pasif kalkanlar değildik. Askerlerle konuşmaya çalışıyor, onları etkilemeye çalışıyorduk. Belki bir dahaki sefere daha dikkatli olacaklarını, biraz düşüneceklerini umuyorduk.
KB: Kimse vuruldu mu siz ordayken?
RD: Çiftçilerden vurulan olmadı. Çok şaşırtıcı aslında. Çünkü bazı kereler başımızın yanından geçti kurşunlar. Ama genellikle önce havaya ateş açıyorlar, sonra çekilmezsek, yere , giderek ayaklarımızın yakınına ateş açıyorlardı. Yerden tozlar kalkıyor, toz bulutunun giderek ayağına yaklaştığını görüyorsun, çizgi filmlerdeki gibi. Fakat bir kaç kere baş hizasına ateş ettiler. Çok korkunçtu. Saçıma dokunduğunu düşündüm kurşunun, arkadaşım Eva da aynı şeyi hissettiğini söyledi.
Bazı çiftçiler bizim olmadığımız yerlerde, aynı dönemde yaralandı ama. Bazılarını hastanede ziyarete gittim. İki çiftçiye Gazze şehrinin epey yakınında tarlalarında çalışırken bir İsrail tankından ateş açılmıştı. Tampon bölgede bile değildiler üstelik. Bir genç, bir elli yaşlarında Filistinli çok ağır yaralanmışlardı, kemiklere gelmiş , hayatta kalmaları mucizeydi.
Bir de gösteriler oluyordu. İnsanlar tampon bölgeyi protesto etmeye başlamıştı. Çiftçiler, ve bölgedeki diğer insanlar, sendikacılar, partiler, dinadamları,  biraraya geliyor, ve beş sınır bölgesinde gösteriler yapıyorlardı. Bunlara eşlik ediyorduk. Burada bir filistinli genç öldürüldü biz de ordaydık. Gösteriler sırasında en önde duruyor, uluslararası gönüllüler olarak floresanlı parlak ceketler giyiyorduk. Bunların bizi koruyacağını düşünüyorduk.
KB: Peki gösterilerde vurulan oldu mu siz oradayken?
RD: Bianca bacağından vuruldu. Magazi’de bi gösteriye gitmiştik. Tampon bölgeye karşı. Magazi Gazze kentinden 10 kilometre güney doğuda bir yer. Bianca film çekiyordu. Ateş açtılar. İki de filistinliyi vurdular. Genç bir çocukla bir genç kadın. Çocuk ile Bianca bacaklarından, kadın ise karnından vuruldu. Yarası çok ağırdı kadının.
KB: Bianca’nın üzerinde uluslararası gönüllü olduğunu gösteren ceket var mıydı?
RD: Yoktu o gün. Bizler giymiştik.
KB: Sizin ordaki varlığınızın gerçekten yararlı olduğunu hissettiniz mi Filistinli çiftçiler açısından?

RD: Sanıyorum evet. Bir kere bizi arıyorlar ve onlarla gitmemizi istiyorlardı. Ama aynı zamanda, bize , orda oluşumuzun onlara cesaret ve moral verdiğini, çünkü Filistinli olmayan insanların onların dertleriyle ilgilendiğini onlar için üzüldüğünü gördüklerini söylüyorlardı.
Gazze biliyorsunuz dünyanın en büyük insanı krizlerinden biri. 1 buçuk milyon insan yaşıyor bu küçücük alanda.  Bütün Gazze’de sadece ikiyüz yabancı var. Buna bütün BM ve Kızılhaç çalışanları dahil. Bu benim için en büyük şoklardan biriydi. Gazzenin BM, Kızılhaç, her türlü yardım örgütü çalışanıyla dolu olacağını düşünürdüm. Ama bunların çoğu kampüslerinden dışarı hiç çıkmıyorlar. Kurallara göre ortalıkta serbest dolaşamıyorlar. Gazze’de görünen tek yabancı bizdik o nedenle. Önce üçümüz, sonra altı kişi olduk. İnsanlar inanılmaz seviniyorlardı, bizi gördüklerinde. Nereye gitsek, bizimle konuşmak istiyorlar, biraz da şaşırıyorlardı. “Neden geldiniz, rahat hayatınızı rahatınızı bırakıp buralara niçin geldiniz?” diye soruyorlardı. Çok memnun oluyorlardı orda bulunuşumuzdan ve şükran duyuyorlardı. O yüzden sık sık “teşekkür etmeyin, biz kendimizi burda olduğumuz için çok ayrıcalıklı hissediyoruz” diyorduk onlara. “Kendimizi anlamlı bir dava için bir şeyler yapıyor hissetmek büyük mutluluk” diye anlatıyorduk. Ben orda olmaktan dolayı hep çok şey kazandığımı hissettim gerçekten.
Çok sayıda değil, ama bir kaç kez, bazı kişilerin bizim orda olmamızdan memnun olmadıklarını da duydum. Ne anlamı var diyenler de oluyormuş. Doğrudan kimse bana bunu ifade etmedi doğrusu.
KB: Yardım konvoyunun Gazze’deki etkisi ne oldu? Faydalı mı yardım konvoyları?
RD: Benim içinde olduğum konvoyda, hepimiz yardımlarımızı kime götürdüğümüzü tek tek biliyorduk. Oraya vardığımızda, orda umduğumuz kadar kalamadı çoğumuz. Oysa amaç insanlarla buluşmak onlara yardımı elden vermekti. Ama bu gerçekleşemedi. Çünkü konvoy, yardım malzemelerini bir park yerine bırakıp anahtarları Hamas yönetiminden yetkililere verdi. Ve kısa süre sonra Gazze’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu mantıklıydı esasında. Filistinlilerin seçtiği ve saydığı bir yönetim bu. Ama istediğimiz şekilde gitmedi yine de süreç.
KB: Yardım dağıtabilecek  alternatif bir uluslararası örgütlenme var mı peki?
RD: BM yapabilir belki. Ama bizim bağlantımız onlarla değildi. Yardımın dağıtılması, son yardım konvoyunda (Mavi Marmara’nın da bulunduğu son konvoy) BM ile anlaşmalıymış diye duymuştuk. Bizimki öyle değildi. Sonunda tek tek hedeflediğimiz yerlere ulaşmadı. Yardımdan yararlananların buna ihtiyacı olmadığını katiyyen söylemek istemiyorum. Ama her bir proje belli yerler için hazırlanmıştı aslında. Mesela WFPSC (Filistin Dayanışma Kampanyası için Kadınlar) olarak bizim götürdüğümüz yardım ve ambulans bir belediyeye gidecekti. Gazze kentinin kuzeyindeki Beyt Lahiya belediyesiyle kardeş belediye olmak istiyorduk. Ambulans, kitaplar, oyuncaklar, giyecekler vardı yanımızda. Beyt Lahiya’ya ulaştıramadık. Bunu gerçekleştirebilsek çok daha mutlu olacaktım. İşlerin planlandığı gibi gitmemesinin sebebi, belki de Mısır’ın konvoy üyelerinin 48 saat dolmadan çıkması koşuluydu. Çok büyük bir acele içinde çıkıldı daha ikinci gün başlarken. Hiç bir şeye vakit bulunamadı.
KB: Gazze’de günlük yaşamdan söz edelim. Abluka karşısında, günlük yaşam düzeyinde pratik olarak nasıl yaşamlarını sürdürüyorlar. Ne yiyor ne içiyorlar? İşe gidiyorlar mı? Oraya gittiğinizde günlük yaşamda ne gibi şeyler dikkatinizi çekti?
RD: İlk gittiğimde, “ne kadar güzel bir yer” diye düşündüm. “Dükkanlar yiyecek dolu, peki yıkıntılar nerde?” diye bakınıyordum etrafa.. Çünkü her yerin yıkıntı halinde olduğunu düşünüyordum. Sonra gördüm yıkıntıları. Sınır bölgelerinde hiç ayakta kalan bina yok gibi. Hükümet binaları, hastaneler. Yıkıntılar öylece duruyor, çünkü İsrail çimentonun girişine izin vermiyor. Dükkanlar dolu. “Açlık yok” diye düşündüm. Kısa süre sonra, tüneller gerçeğini kavradım. Mısırla 12 mil sınırda 1200 tünel var. Herşey ordan geliyor. Her gece bombalanıyor. Buna rağmen o kadar çok sayıdalar ki hala devam ediyor trafik. Bu, Gazzelilerin dış dünyayla tek bağlantısıyaşamını sürdürmesini sağlayan tek şey.
Hamas iktidara gelmeden, ve tam abluka başlamadan önce yani bundan üç yıl kadar önce Gazze dışardan 4 bin kalem mal ithal ediyordu. Geçen yıl İsrail resmi ithal izni listesinde otuz kalem vardı. Geçey yaz bir yumuşama ilan ettiler. İthalat kalemlerini 60 a çıkardılar. Tuhaf şeyler, mesela kişniş ithaline izin yok, tarçın, oyuncaklar, defter, kitap, açıklanamıyacak şeylere gülünç yasaklar konmuş. Hapishane gibi, ama sadece tutsak değilsiniz, aynı zamanda her an öldürülebilirsiniz.
Dediğim gibi önce anlamadım. Sonra dükkanlarda alabileceğiniz herşeyin ne kadar pahalı ve ne kadar kötü kalite olduğunu gördüm. Bir deodoranı 4 dolara aldım mesela. Kimin gücü yetebilir buna?
Gazzelilerin yüzde 80 i , yani 1 milyon 200 kişi BM yardımıyla yaşıyor bugün. Gıda ve para dağıtıyorlar. Ama çok cüzi miktarlarda. Yoksulluk sınırının en altında. Yüzde 60 nüfus işsiz. İşte bu yüzden insanlar bu korkunç tünellerde çalışıyor. Tek iş bu. Hükümete yakınsan polis gücüne girebilirsin, öğretmenler, doktorlar hepsi kamu çalışanı. Ama bu işler sınırlı tabi.
KB: Hangi para birimini kullanıyorlar?
RD: Şekel. Daha yakına kadar İsrail işgali altında yaşıyorlardı zaten. Hala İsrail parası kullanıyorlar. Ekonomiler de çok içiçe geçmiş yıllar süren işgal süresince zaten.
KB: Hamas kamu görevlilerinin maaşlarını nasıl ödüyor?
RD: Son bir kaç ayımda vergi toplamayı deniyorlardı. Haziran sonu döndüm neticeyi göremedim. Ama vergi işi bayağı bir hoşnutsuzluk yarattı. İnsanların gücü yok çünkü. Eline bir tezgah geçiren biraz meyve sebze satıyor, ne kadar kazanabilirsiniz bundan? Sonra arabası olan herkes taksicilik yapıyor.  Kamu taşımacılığı yok çünkü. Evden bir yere giderken yolda biri el sallıyor, alıyorsunuz, o da size 1 şekel veriyor. Nasıl vergi verecek? Hamasın parasının dışardan destekleyen ülkelerden geldiği söyleniyor. İran’dan Suriye’den, hatta Körfez ülkelerinden geliyor deniyor. Ama nasıl geliyor bilmiyorum. Abluka paralarının gelmesini de zorlaştırıyor tabi.

KB: Tüneller önemli bir iş alanı dediniz. Hiç tünelde çalışan biriyle tanıştınız mı , tünele girdiniz mi?
RD: Evet, bir arkadaşımız vardı. Bianca ile tünele girdik bir keresinde. Refahlı bir arkadaşımız tünel sahibini tanıyordu.
KB: Tünel sahibi mi, nasıl yani?
RD: Tabi, normal bir iş bu orda.. Bir aile var, tünelcilikte uzmanlar.. İşleri tünel kazmak. Başkaları da olabilir ama en büyük tünelci bunlar. Bazen basit, küçük tüneller kazıyorlar kısa vadeli. Ayakta duramıyorsunuz içinde. İplerle çekerek malları getiriyorsunuz. Ama bazılarına asansörle iniliyor o kadar derinde. İnmedim ama içi de çok büyükmüş bunların. 1200 tünel var 12 mile yayılmış. Farklı düzeyler var. Yönleri farklı. Bir tür puzzle gibi. Bizim girdiğimiz, asansörlü değildi. Yavaş yavaş iniliyordu. Ama klostrofobikti. Orda çalışmak istemezdim. Kimisi tünel kazıyor, kimisi mal taşıyor. Ayrılmadan kısa süre önce bu tünel kazıcı aileden birileri bombardımanda öldü.
Tampon bölgeye yakın bir yerde gösteri vardı Refah yakınlarında. Orada gördüğüm kolu sargılı biri en yakın arkadaşlarından dördünün bombardımanda öldüğünü anlattı tünelde çalışırken.
KB: Girişlerini nasıl saklıyorlar?
RD: Çok saklı da değil. Sera gibi girişleri genellikle. Plastikle kaplı büyük bir girişi oluyor. 10 metre kadar giriş, sonra içeri iniliyor. İçerde portatif yataklar. Herşey gece oluyor çünkü. Mutfak gibi şeyler var. Kahve , çay yapabiliyorlar orda. Kamp usulü.
Mısırlılar bir keresinde gazladılar tünelleri. 4 kişi öldü.
KB: Mısırlıların tutumu ne tüneller konusunda. Aslında herkes biliyor değil mi? Ticaret olarak mı bakıyorlar, siyasi bir göz yumma mı nedir sizin tahmininize göre?
RD: Ticaret bu. Biliyorlar, izin veriyorlar. Ama yine de bazen gazlıyorlar. Metalden bir istinat duvarı yapmaya karar verildi mesela. Amerikalılar finanse ediyorlardı. Büyük para veriyorlardı. Tünellerin önünü kesmek için. Ama sonunda Filistinliler istinat duvarını delmenin yolunu buldular. Onun için bundan vazgeçildi. Amerikalılar da finansmanı geri çektiğini açıkladı yakında. İngiltere’den genç biri tünelden geçerek geldi, ve bize Bedevilerin Sina’da bu kaçakçılık işini yürüttüklerini anlattı. Büyük bir gelir kaynağı bu. Kalitesiz malları pahalıya satıyorlar çaresiz Gazzelilere.
KB: Savaş zengini var mı peki Gazzeliler arasında ya da abluka zengini?
RD: Bunu ben de sordum. Karaborsa için mükemmel ortam çünkü. Yakın arkadaşlarım, sayısı fazla değil diyorlar. Gazze’nin zenginleri toprak zenginiymiş. Çünkü Gazze çok küçük olduğundan toprak sahipleri küçücük toprakları büyük paralara satmışlar. Yüz metreye yüz metrelik bir alana 50 bin dolar vermiş bir tanıdığım. Yoktur diyemem ama bu konuda daha fazla bilgim yok.

KB: Peki ya Hamas ile ilgili yolsuzluk ya da kendi adamlarını kayırma iddiaları var mı?
RD: Mesela poliste iş bulabilmek için Hamas yandaşı olmanız gerekir diye duydum. Doktorlar, öğretmenler zaten meslek sahibi. Kalifiye olmayan işçiler konusunda bilgim yok. Ama duyduğum polisle ilgili. Hükümete yakın olmak gerekir polis olabilmek için diyorlar.
KB: Gazzeliler nasıl insanlar. Gazzeliyi başkalarından ayıran şeyler, genelleme yapmak güzel değil ama yine de yaşam koşulları nedeniyle onları diğerlerinden örneğin Batı Şerialılar, İsrailliler, İngilizlerden ayıran şeyler neler?
RD: İstisnai bir misafirperverlikleri var, dost canlısı ve içi dışı bir insanlar. Batı Şerialılar için de benzer şeyler söyleyebilirim. Ama abluka bu özelliklerin çok daha belirginleşmesini getirmiş. Mesela herkes bizimle tanışmak istiyordu. Ayrıca birbirlerine karşı da çok yumuşak ve nazik davranıyorlar. Bu kadar şiddet dolu bir yerde insanların daha saldırgan olabileceğini düşünürsünüz. Trafikte mesela. İnsanların kavga ettiğini hiç görmedim. Etmezler demiyorum, ama genel olarak çok cömertler birbirlerine karşı, sabırlı ve kibarlar.. Saygıyla hitabediyorlar. Birbirlerine, doktor, üstad , profesör diye hitabediyorlar. Herkes, davet ediyor sizi , evinde kalmaya, yemeğe.. Bu Batı Şeria’da görmediğim bir şeydi. Gece kalmanızı istiyorlar. Sanırım dış dünyadan birilerini görmeye ihtiyaçları var. Temiz hava gibi bu, tecrit ortamında. Yeni bir şeyin olmadığı kapalı bir ortamda taze bir nefes gibi geliyor sanırım onlara. Dayanıklılık bir başka özellikleri. Bu çok kalıplaşmış bir söz gibi gelebilir size. Ama gerçekten sürekli direniyorlar. Ve vazgeçmiyorlar. Bir yer bombalanmışsa, herkes gidip, oradaki insanlara sahip  çıkıyor, bir ihtiyaçları var mı diye soruşturuyorlar. Komşularına göz kulak oluyorlar. Paylaşımcılık çok yaygın. Özellikle geniş aileler içinde tabi. Sonra Gazzeliler çok eğitimli aynı zamanda. Çok sayıda insan yüksek öğretim görüyor. Bir değil, bir kaç okul bitiriyorlar. Yapacak başka bir şey yok, iş yok çünkü.
KB: Okulları nasıl ?
RD: Yüzde seksen nüfus , göçmenler, üniversite çağına kadar BM okullarına gidiyor, ondan sonra normal üniversiteye devam ediyorlar.  Okullar Gazzeliler için çok önemli. Çocukların eğitim görmesi çok önemli bir şey onlar için. Sürekli konuşulan bir konu bu. Elektrik kesintilerinden bile en çok bu yüzden çok telaşlanıyorlar.
KB: Su şebekesi ne durumda, alt yapı?
RD: Sürekli , her gün 6 ila 8 saat elektrik kesintisi vardı. Ben ayrılırken daha da kötüleşmişti. Öyle ki sabah üç akşam üç saat elektrik veriliyordu. Şimdi nasıl bilmiyorum. Ama o sırada, yani haziranda Gazze’nin enerji ihtiyacının yüzde otuzunu sağlıyan elektrik santralinin yakıtı yoktu. Su da büyük bir problem. Su tuzlu. Musluğu açıp su içemiyorsunuz. Çünkü bombardıman sırasında İsrail su işleme, atık su işleme tesislerini hedef almışlar. Ve yakın zamana kadar tamirat için gereken yedek parçaları almalarına izin verilmedi. İnsanlar içme suyunu satın alıyor. Büyük bi damacana alıyorsunuz, musluklu damacanalar var. Ama o bile pek güvenilir bir su değil. BM tarafından hazırlanan bir raporda satılan içme suyunun sadece yüzde 15 inin sağlık ölçütlerine uygun olduğu kaydediliyordu. Atık su da problem. Denize karışıyor. Zaten 3 millik bir kıyı alanı içinde balık avlamalarına izin veriliyor. O da müthiş kirlenmiş durumda. Balıkçılar çaresiz, avlanıyorlar. Sardalya, çok temel bir gıda maddesi Gazze’de.
KB: Sosyal örgütlenmeye gelelim. Siz Batı Şeria’da da bulundunuz. Hamas altında yaşamı Batı Şeria’daki Fetih yönetimiyle karşılaştırabilir misiniz?
RD: Batı Şeria’da El Fetih’le hiç bir ilgim olmadı. Ama günlük yaşamı karşılaştırabilirim. Batı Şeria’nın tam ortasında Nablus ile Ramallah arasında bir  köyde yaşadım. Batı Şeria’da A  bölgesi denilen bölgelerden biriydi. Yani tam olarak Filistin denetiminde diye tanımlanan bölgelerden biri güya. Ama hiç bir Filistin güvenlik gücü görmediğim gibi, İsrail ordusu bölgede sürekli olarak baskın, arama ve tutuklamalar yapıyordu. Batı Şeria’da iş alanı olarak, çok yaygın inşaat var. Ramallah’da mesela. Otobüslerde çok sayıda çalışan kadına raslıyorsunuz. Ramallah’da yaşayıp, Nablus’da çalışan kadınlar.
Gazze ise küçük, ve abluka altında. Günlük yaşam döngüsü hep aynı ve sınırlı. İşgal gibi ambargo da insanlar üzerinde çok tuhaf etkiler yapıyor. Gazze’de insanlar delirmek üzere. Yapacak hiç bir şey yok. Kalkıp limana gidiyorsunuz. Çok küçük bir liman. Orada balıkçılarla konuşuyorsunuz. O sırada bir otobüs dolusu çocuk geliyor oraya. Neden? Okul gezisine çıkarılmışlar. Okulları yalnızca 300 metre ilerde. Ama bir tür normallik yaratmaya çalışıyorlar. Kent parkına geziler düzenliyorlar okullardan. Halbuki eskiden okul gezileri için, her gün göremeyecekleri daha uzak yerlere, hatta Kudüs’e, Mısır’a gidilirmiş.
Batı Şeria’da herkes dindardı, hiç dindar olmayan insana raslamadım. Ama dindarlığın dışavurumu Gazze’de çok daha belirgin. Mesela Batı Şeria’da toplam nikablı dört beş kadın görmüşümdür en fazla. Gazze’de ise çok daha fazla sayıda kadın nikap giyiyordu.
KB: Bütün kadınlar kapanmak mecburiyetinde mi? Nikap giyme konusunda bir baskıyla karşı karşıyalar mı?
RD: Hayır hayır. Mecbur değiller nikab giymeye. Saçını bile kapatman gerekmiyor aslında. Başını bile örtmeyen çok sayıda orta sınıf, hali vakti yerinde müslüman kadın tanıdım. Ama diğer kadınlar örtüyor.  Ve bazı kadınlar böyle rahat ettiklerini söylediler. Ama bazıları memnun değildi kapanmaktan. Ama baş örtüsünü çıkaramayacaklarını söylüyorlardı. Ama ille de Hamas yüzünden değil, aile nedeniyle.  Kapalı toplum yapısı size isyan imkanı da tanımıyor. Tamamen çevrenizdeki erkeklere bağlısınız, aile ya da çevre, ya da Hamas.
KB: İslami kurallarla mı yönetiliyor günlük yaşam?   Günlük hayatta, islami bir hükümetin etkisi nasıl?
RD: Nikap giymek zorunlu değil. Kızlar okula gidiyor. Yalnız ilkokuldan sonraki okullarda başörtüsü okul üniformasının parçası. Dolayısıyla zorunlu. 11 yaşından sonra sanırım. Kadınlar çalışıyor. Evlenmek üzere nişanlandıklarında okuldan izin alabiliyorlar. Çok sayıda kadın üniversiteye gidiyor. Kadın gruplarının toplantılarına katıldım. Özgür olmadıklarından şikayet ediyorlardı, eşit haklara sahip olmadıklarından. Boşanmayla ilgili şikayetleri var. Erkek istediği zaman boşanabiliyor, ama kadın kocası istemiyorsa çok çok zor boşanabiliyor. Aile hukukunda şeriat kurallarını uyguluyorlar. Çocuklarla ilgili olarak , kız çocuğunu anne bir yaşa kadar yanına alabiliyor. Sonra kızlar da babaya gidiyor. Bu da kadın evlenmezse. Kadın yeniden evlenirse, çocuklarını babaya vermek zorunda. Kadınlar bu konuda çok şikayetçiydi.
KB: Eğlence, sosyal hayat nasıl?
RD: Batı Şeria’da, Ramallah’ta mesela, kadınları kısa kollu bluzlarla başörtüsüz, bişeyler içerken görebilirsiniz. Diskotekler var. Çok değil ama var. Gazzede öyle değil. Kimseyi elele görmedim. Evli bile olsalar. Ama evli çiftler çocuklarıyla beraber Rimal diye bir ana cadde var orda geziniyorlar, kahve içiyorlar. Bir tür piyasa yeri deniz kenarında. Yazın plaja gidiyorlar. Kadınlar tam kapalı tesettür mayolarıyla yüzüyor. Kızlar ve oğlanlar birlikte gezerken polis tarafından durduruluyormuş diye duydum. Kimi insanlar olmaz öyle şey yalan diyor. Ama güvendiğim insanlardan böyle şeyler olduğunu duydum. Müzik çok önemli. İnanılmaz Rep grupları var Gazze’de. Konserler de veriyorlardı. Önce hükümet onları engellemeyi denedi. Ama sonunda yine izin vermeye başladılar. Bunun direniş mesajı vermek için iyi bir araç olduğuna ikna olmuş olmalılar.  Günlük yaşam, işgal, talepleri konusunda en etkili mesajları veriyorlar. Darag diye bir grup var. İnanılmaz.. Bir otelde konser veriyorlardı, gittim. Arapça, rep için çok uygun bir dil, müthiş. Bunun dışında müzik pek yok. Tiyatro var. Ama bir tür belediyeler, partiler, sosyal gruplar tarafından düzenlenen “mesajcı” tiyatro anlayışı var. Sinema ise yok artık. Altı sinema varmış . Şu anda yok. Hamas’ın yönetime gelmesinden önce kapandıkları söyleniyor gerçi. Gazze toplumu içinde dindarlığın koyulaşması, Hamas’ın işbaşına gelmesinden önce olmuş.
Bana söylendiğine göre, hükümet sinemanın kabul edilemeyeceğini düşünüyor.  Ordayken, Filistin Film Forumu diye bir grupla tanıştım. Amaçlarından biri de sinemaların açılmasıydı.
İlk İntifada, isyankar dindar gençlerin liderliğinde yapılmış. Sokaklarda kadınlara başlarını örtmelerini söylüyorlarmış. Dolayısıyla ilk intifadadan itibaren yavaş yavaş muhafazakarlaşmış. Batı Şeria’dan farklı bir süreç, Gazze’nın tecrit edilmiş bir bölge olmasından kaynaklanıyor olması lazım.
Bir de abluka, iktidarda kim varsa onu iyice güçlendiren bi şey. Çünkü iş istiyorsan, mecbursun yönetime boynunu eğmeye. Abluka Hamas’ı iyice güçlendiriyor.
Kuşatmanın amacı güya Gazzelileri bıktırmak, yıldırmak ve başlarına gelenlerden Haması suçlamalarını sağlamaktı. Sanırım olan tam tersi oluyor. Hamas güçleniyor sanıyorum.
KB: Çok açık gibi geliyor insana anlattıklarınızdan, kuşatmanın Hamas’ı güçlendirdiği . İsrail bunu görmüyor olabilir mi? Yoksa Hama’sın aslında iktidarda kalması işlerine mi geliyor?
RD: Mümkün. Aslında Hamas’ın kuruluşunu desteklediklerini görüyorsunuz. El Fetih’e karşı, Şeyh Ahmet Yasin’in örgütlenmesine özellikle izin verdiklerini biliyoruz başlangıçta. Camilerde yaptıkları toplantılara, islami eğitimi yaygınlaştırmalarına izin vermişler. Tabi Hamas işlerine geliyor olabilir, hiç şaşmam. Çünkü her zaman teröristlikle suçlayabilirler, her türlü kötülüğü onların üzerine yıkabilirler. Ben Hamas’ı terörist bir örgüt olarak tanımlamıyorum şahsen. Dindar insanlar. Gazze’de koyu İslami bir yönetim bile uygulamıyorlar. Gazze, kadınların taşlandığı bir ülke değil. Hamas, başka ülkelerde yapılan 11 eylül, 7 temmuz gibi saldırılarla ilgili bir örgüt de değil. İsrail işgaline bile direndiği söylenemez bugün aslına bakarsanız. Ama işgale direniş söylemiyle seçim kazanmış bir örgüt.
Şu anda İsrail’e bu gülünç derecede basit ve etkisiz roketleri atan Kassam füzelerini atanlar, Hamas değil. Ya sol partiler, PFLP ya da İslami Cihad bunları fırlatanlar.
KB: Son yardım filosu olayından sonra Türkiye’de bir çok insan, Gazze’ye yardım göndermenin yararlarını tartışmaya başladı. Hamas’a teslim edilecek yardımın, çok muhafazakar bir partinin iktidarını güçlendireceğini, ömrünü uzatacağını söylediler. Sizin böyle endişeleriniz oldu mu , ya da bu tür tartışmalara tanık oldunuz mu?
RD: Bizim konvoyumuz, Viva Palestina geldiğinde, ambulansımızı yardımlarımızı kimin alacağını düşündüm. Projelerle gelmişti herkes dediğim gibi. Mesela Yeni Ufuklar diye bir proje vardı. Nuseyrat mülteci kampıyla ilgili bir yardım projesiydi bu özel olarak. Viva Palestinada 33 gün birlikte seyahat ettim. Herkesle tanıştım. Tanıştıklarımın hepsinin birer özel projesi vardı. Hükümet dışı projeler.. Öksüzleri desteklemek, çocuklar için, belli bir grup , ya da bölge için, çiftçiler için tasarlanmış projeler. Beyt Hanun, yerel inisiyatif diye bir proje. Bilgisayarlar getirilmişti bunun için. Dolayısıyla yardım hükümete değil, belirlenmiş amaçlara gidecekti. Ama dağıtımın hükümet tarafından yapıldığını biliyoruz. Ve bunu nasıl yaptıklarını bilmiyorum. Daha sonra gelen Yardım Filosu’nda ise, bir önce benim katıldığım konvoydan tanıdığım çok arkadaşım vardı. Onlar yardımın dağıtımının daha örgütlü bir şekilde yapılması için özel bir çaba gösterdiler. Bu filoya katılan biriyle konuşuyordum. Bana yardımın teslimi için belli bir gönüllü kuruluş ile çerçevesi iyice belirlenmiş somut bir anlaşma yaptıklarını anlattı. Kendisinin götürdüğü yardımın önemli bir kısmı genç bir grup insanın film yapımı ve müzik prodüksiyonu için kurduğu bir stüdyoya gidecekti mesela. Gazzelilerin yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Hürriyete ve yardıma ihtiyaçları var. Gururlarına yedirip de size aç olduklarını söylemezler hiç bir zaman, ama yakında yayınlanan bir BM incelemesi hamile kadınların yarısının anemik olduğunu gösterdi. 5 yaşın altındaki çocukların çok önemli bir kısmının kansız olduğunu gösterdi. Bütün bunlar beslenme yetersizliğine işaret ediyor. Gazzenin yardıma ihtiyacı var.
KB: Kuşatma sona ererse, Hamas gücünü koruyabilir mi?
RD: Bilmiyorum. Ama abluka olmazsa, insanlar daha çok seyahat edebilecekler. Bu düşünce ve davranış düzeyinde de çeşitliliği artıracak mutlaka.
KB: Siyasi sahneye bakalım biraz. Hamas dışındaki siyasi grupların varlığı hissediliyor mu? Neler yapıyorlar? Hamasla ilişkileri nasıl? Hamas onlarla nasıl bir ilişki kuruyor?
RD: Bir parlamento var. Yasama konseyi diyorlar. Gazzenin dört bir yanında PFLP bayrakları görünce çok şaşırmıştım. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi bir tür Sosyalist ve Komünistleri biraraya getiren bir örgüt. Bayrakları her yerde. Gazze’nin belli bölgeleri tamamen bunların bayraklarıyla kaplı. Cebaliye mesela. Sokaklarda Hamas bayrakları ile PFLP bayraklarını yanyana görüyorsunuz. Katıldığımız gösterileri kimin düzenlediğine bakmıyorduk biz. Hamas tampon bölgede bir gösteri düzenlerse, uluslararası gönüllüler olarak gidiyorduk. Çünkü bizim için önemli olan kuşatma, işgal ve buna karşı direnişi desteklemekti. Ama sol partiler de gösteriler düzenliyordu. Onların ofislerine serbestçe girip çıkıyor, gösterilerini destekliyorduk. Sol partiler çok çeşitli gösteriler düzenliyordu. Mesela 1 Mayıs  çok kitlesel bir şekilde kutlandı biz oradayken. Kızıl bayraklar her yeri kaplamıştı. Beyt Hanun , Erez sınır kapılarına yüründü. Bir çok kadın örgütü de katılmıştı. Fakat Gazze’de Hamas ile El Fetih arasında büyük bir sorun olduğu malum. Hamas seçimleri kazandığında iktidarı almasına izin verilmeyince bir tür çok kanlı mini iç savaş yaşadılar. Bazıları Hamas’ın asıl hasmının El Fetih olduğunu ve bu yüzden onu bastırırken diğer örgütlere serbest bir siyasal ortam yaratıyormuş izlenimi verdiğini söylüyorlar. Ben ise düşünüyorum, bu fazlasıyla sinik bir görüş mü acaba diye. Filistin iç siyaseti konusunda siyasi yorum yapmayı gerçekten uygun bulmuyorum ama Batı Şeria’da da yaşadım, orada da El Fetih’in Hamas üyeleri ve yetkililerine yönelik tutuklamalar yaptığını ve suikastler olduğunu biliyorum.  Örneğin orada yaşarken kaldığım köyün yakınındaki bir başka köyün idari konseyinde iki Hamaslı üye vardı. Tutuklanacaklarını bildikleri için hiç bir zaman konsey toplantılarına katılamadıklarını biliyorum. Bu meselenin hep farkında oluyorsunuz oralarda. Ve hakikaten artık iki ayrı devlet gibi olmaya başladılar. Umarım bu mesele bir şekilde çözülür. Çünkü İsrail hala toprak gaspetmeyi sürdürürken bu bölünme Filistinlileri çok güçsüz bırakıyor. Gazze’de halk Batı Şeria ve Doğu Kudüs’de olan biten herşeyi çok yakından takip ediyor ve hala bir bütün olduklarını kuvvetle hissediyorlar.
KB: El Fetih yasaklı mı Gazze’de?
RD: Yok hayır, yasaklı değil ama o dönem gazetelerde sık sık El Fetih yetkililerine silahlı saldırılar düzenlendiğini okuyordum. Ben oradayken kimse ölmedi ama gerginlik belirgindi. Yapılan gösterilere El Fetih de katılıyordu, görüyorduk. El Fetih’e mensup kadınları, gösterilerde taktıkları sarı başörtülerinden tanıyorduk. Sarı El Fetih’in rengi. Sol parti mensupları kırmızı kullanıyor. Hamas yeşil. El Fetih yetkilileriyle de temasımız vardı, görüşüyorduk. Onlar bizim faaliyetlerimizi merak ediyor, biz de onların, bizim katılacağımız türden direniş eylemleri düzenleyip düzenlemediğini soruyorduk. El Fetih’in resmi görevlileri, maaşlarını Batı Şeria’dan Ramallah’dan alıyorlar.