13 Ekim 2010 Çarşamba

SOL DEFTER: YAŞASIN MUCİZE-VIVA CHILE

13 EKİM 2010 - SOL DEFTER

http://www.soldefter.com/2010/10/13/kumru-baser-yasasin-mucize-viva-chile/

Kumru Başer: “Yaşasın Mucize – Viva Chile!”


YAŞASIN MUCİZE – VIVA CHILE!
 Kumru Başer – Londra

Bak Türkiye, Bak!
Şilili madencilerin birer birer yeryüzüne çıkarılışlarını sürekli canlı yayınla duyuran televizyonları,  bir medya sirkine dönüştürülmesine rağmen, izlerken duygulanmadan edemiyor insan.
Şili’nin bakır madencilerini Latin Amerika sol hareketlerini kardeş edinmiş Türkiye solu iyi bilir. Çay tayınları kesildiğinde başları ağrıdığı için nasıl greve gittiklerini, çoğunun Pablo Neruda’nın şiirlerini nasıl ezbere bildiğini okumuşuzdur.
Ama sadece Türkiye değil, dünya kesintisiz canlı yayınla izliyor madencilerin kurtarılışını. BBC sitelerine Uganda’dan, Galler’deki eski madenci kasabalarından kutlama mesajları düşüyor. Dünyanın her yerinde insanların, bizlerin iyi habere, umutlu şeylere, garibanların da başına iyi şeyler gelebileceğini duymaya ne kadar ihtiyacı var demek! Temiz, güzel insanlar, inanç, mucize, ve hatta madencileri kucaklayan bir cumhurbaşkanı!
Ama Londra’dan bakıldığında geri kalan haberler, gri ve yağışlı sonbahar günlerini çağrıştırıyor. İngiltere zor bir kışa ve emeğiyle geçinenler açısından zor yıllara hazırlanıyor. Bir çok Avrupa ülkesinde de benzer şeyler yaşanıyor. Bu yaz Fransa’da,  İspanya’da başlayan grevler bunun habercisiydi.
 Refah Devletine Son Saldırı
İngiltere şu günlerde adeta nefesini tutmuş, 20 Ekim’de yeni Muhafazakar-Liberal Demokrat koalisyon hükümetinin kesinti paketinin ayrıntılarının açıklanmasını bekliyor.
 Paket Muhafazakar Parti’nin yıllardır ellerini oğuşturarak yapmayı beklediği, devleti küçültmesi harekatını içeriyor.  Bütün bakanlıkların bütçeleri yüzde ekonomik kriz bahane edilerek 25 ile yüzde 40 arasında küçültülecek.
Ülkede İkinci Dünya Savaşı sonrasında harabolmuş ekonomiyi canlandırmak üzere İşçi Partisi hükümetleri tarafından temelleri atılan sosyal devletin kalan taşları da birer birer sökülecek.
Emeklilik hakları, kıdem tazminatları, çocuklara, yaşlılara, işsizlere yapılan yardımlar eşi görülmemiş şekilde tırpanlanıp, eğitim ve sağlık hizmetleri giderek özel sektöre kaydırılacak, milyonlarca insan işsiz kalacak, milyonların geleceği serbest piyasada özel sektörün insafına (!) terkedilecek.
İngiltere İşçi Sendikaları da bu gidişe karşı savaş baltalarını üç dönemlik uzun İşçi Partisi iktidarı döneminde gömdükleri yerlerden çıkarıp, grevlere hazırlanıyorlar. Hatta bu ülkede son başarılı örneği 1926’da yaşanan genel grevin bile gündeme gelebileceği konuşuluyor.
Ama grevler İngiltere’de emekçilerin şahlanan bir mücadelenin başlangıcı olabilir mi? Ne yazık ki iyimser olmayı güçleştiren bir çok işaret var. Ve bunlar, yalnızca 1945’lerde 13 milyon olan sendikalı işçi sayısının bugün 7 milyona düşmüş olmasından ibaret değil.
 Madencileri kim hatırlıyor?
Margareth Thatcher’ın 1979 ile 1990 arasında başbakan olduğu Muhafazakar Parti hükümeti döneminde İngiltere’de sendika mücadelesi ve sol büyük darbeler yemiş, ekonomik demokratik haklarda, hem yasal ve hem de sosyo psikolojik bir gerileme yaşatılmıştı.
1984-1985 Madenciler grevini hatırlayalım. Hükümetin, kömür madenlerinin artık karlı olmadığını söyleyerek kapatma kararı alması üzerine 200bin maden işçisi greve çıkmış, bir yıl süren grev İngiltere’de emek güçlerinin mücadelesi açısından büyük bir sembolik önem kazanmıştı.
Sonunda bir yıllık açlık, soğuk, polis dayağı, on kişinin ölümü, madenlerin kapatılması ve yüzbinlerin işsizliğe mahkum olması ile sonuçlanan grev, bir dönemin de sonu oldu.  Yüzyılın başında bir milyon kişiyi istihdam eden kömür madenlerinin çoğu kapanmış ve sendikalar uzun süre başlarını kaldıramayacak şekilde ezilmiş oldu. Thatcher artık Türkiye’de Özalcılık diye bildiğimiz vahşi serbest piyasa politikalarını kolayca hayata geçirecekti.
En Kötüsü İdeolojik Yenilgi
İzleyen yıllarda İngiltere’de grevin nasıl,ekonomik olarak zayıf kesimlerin yasal ve meşru bir hak arama yönteminden, tarihin en büyük medya manipülasyonuyla, “yasal olabilir ama gayri meşru bir vandallıktır” diye algılanmasına kadar gidildiğini yaşadık.
Grev artık çalışanların, genel olarak sempati duyulan mücadelesi değil, iş günü kaybı, üretim kapasitesinde düşüş, ulusal ekonomiye zarar, tüketiciye eziyet, aşırı sekter solculuk gibi kavramlarla tanımlanmaya başlanmıştı.
Buna, kendi iktidara geldiğinde ve üç dönem iktidarda iken bizzat İşçi Partisi de kendi katkısını yaptı, bu gidişe “dur” demedi.
Şimdi yeni bir büyük saldırının arefesindeyiz. Emekçilerin yıllar süren mücadelelerle kazanılmış, Thatcher hükümeti tarafından bile ellerinden alınamamış bir çok hakkını radikal bir şekilde tırpanlamaya hazırlanıyorlar.
Ama ideolojik zeminde bu kadar gerileme olmuşken, grevler muhalefetteki İşçi Partisi tarafından bile “pek istenmeyen, olumlu olmayan bir yöntem” ilan edilmişken, insan sürece kaygıyla bakmadan edemiyor.
Halen süren Londra metrosu çalışanlarının grevi medyada, “işe gitmek isteyenler gene sefil oldu” gibi başlıklarla duyuruluyor. Kimse çıkıp da “bugün bana yarın sana” diyerek bu çarpıtmaya isyan etmiyor.
İnsanların çoğu daha şimdiden hükümetin yapmaya hazırlandığı kesintilerin kaçınılmaz olduğuna ikna edilmiş gibi.
Nerde bizim sesimiz?
Kimse, yani ana siyasi güçler arasında kimse, ya da sesi duyulabilen kimseler anlamında kimse,  “yahu kim neyin bedelini ödeyecek, niçin üst gelir grupları hiç bir şeylerini kaybetmiyorlar, bankalar, nasıl devlet tarafından ödediğimiz vergiler sayesinde kurtarıldıktan yalnızca bir yıl sonra kar ediyor, daha çok zenginleşiyorlar da, burada sadece çalışanların üç kuruşunun nasıl kesileceği konuşuluyor?” diye sormuyor.
Emekçilerin kendi adlarına iktidar mücadelesi verecek bir partisi olmamasının, radikal dönüşümlerden vazgeçtim, reformist düzeyde bile, -işçi sendikaları tarafından kurulmuş ve hala onlardan epey oy ve parasal destek alan bir parti olmasına rağmen – İşçi Partisi’nin, artık siyaseten bir orta sınıf ve sermaye partisi haline gelmesinin neticelerini yaşıyoruz.
Kısacası sadece Türkiye’de değil, İngiltere’de ve dünyanın her yerinde emekçilerin, çıkarları için siyasete soyunacak ciddi hareketlere ihtiyaç var.
Bu hareketlerin herşeyden önce iktidarların savaşı, soygunu, işkenceyi bile kamuoyu nezdinde meşrulaştırabilen medya manipülasyon mekanizmalarının karşısına ciddi bir iletişim stratejisiyle çıkması, yakın tarihin ve bugünün hikayesini kendi durdukları yerden yazabilmeleri gerekiyor.
Aksi halde İngiltere’de çok grev olur, ama çok da yenilgi ve geriye gidiş. Ya da Türkiye’de demokrasiyi, “sivil toplumu” çok çok işte ancak İngiltere kadar ilerletebilirsiniz.
Ama büyük resmi göremez, ona dokunamazsanız, sonunda acımasız sömürüye ve her an biraz sosyal manipülasyonla kolayca geri gelebilecek anti demokratik uygulamalara (11 Eylül sonrasında  İngiltere’de terörle mücadele yasası diye diye iç ediliveren insan hak ve hürriyetlerini hatırlayalım. Bugün İngiltere’de terör suçları kuşkusu halinde gözaltı süresi 2 ay, yani Türkiye’dekinden uzun), savaşa, işkenceyekarşı da hiç bir şansınız olmaz.
 Zaman öfkelerimizi en yakınımızdakilere değil, hep birlikte emek düşmanlarına yöneltme zamanı…