28 Mart 2013 Perşembe

BBC TÜRKÇE: NEWROZ 2013: BEN SANA BARIŞI ANLATAYIM, SEN DE BATIDAKİNE...

-->

“BEN SANA BARIŞI ANLATAYIM SEN DE BATIDAKİ TÜRKLERE ANLAT”

Kumru Başer, Diyarbakır, BBC Türkçe
26/03/2013



Diyarbakırlılar Newroz Parkı’nda dinledikleri mesajı yavaş yavaş sindiriyor. 

Her yerde başbaşa veriyor, umutlarını, kuşkularını, uzun zamandır herşeyi üzerine yükledikleri barış sözünün içini tartışıyorlar.

Umut kuvvetle hissediliyor, ama aynı zamanda çok kaygı ve çok yara var.

Otuz yılda onbinlerce insanın öldüğü, binlercesinin yaralandığı, hapse girdiği, dağlara çıktığı, binlerce köyün yakıldığı, milyonlarca insanın zorunlu olarak göçtüğü, yüzlercesinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bölgede, savaşın acısını yakınında hissetmemiş kimse bulmak gerçekten zor.

‘Bedel ödeyenler’
Buralarda, savaştan canı en çok yananlara  “Bedel ödeyenler” deniyor. İşte “bedel ödeyenler” bugün en kaygılı, en güvensiz, umudu en zor hissedebilen kesim gibi görünüyor.


Oğlu 21 yıl önce dağa çıkan ve bir daha ondan hiç bir haber almayan Nevriye Kaçan için barış, her şeyden önce oğlunun geri dönmesi ya da oğlu hakkında haber almak demek.  Yüzünde derin bir endişe ve güvensizlik var. “Devlet rahat durmaz” diyor. Barış başka ne demek? “Çocuk dışarı çıkınca geri gelsin. Anadilinde okusun.”

Aslında önceden yaptığım sohbetlerde, Kürtlerin o gün, Öcalan’ın yapacağı çağrıya hazır olduğu izlenimini edinmiştim.  

Ama PKK silahlı güçlerinin, Türkiye sınırları dışına çıkarılması çağrısını duyduklarında, bir kısmının ilk tepkisi acı ve şaşkınlık oldu.  

‘Barışı böyle bilmiyorduk’
“Barışı biz böyle bilmiyorduk. Hep onlar gelince barış olacak diyorduk şimdi gidiyorlar” diyenler oldu. “Ölülerimize ne söyleyeceğiz” diyenler de.

Dağa çıkan abisini kaybetmiş bir genç kadının gözleri konuştukça doluyor:  “Çok zoruma gitti. Mideme bir yumruk yemiş gibi oldum. Kendim dağda değilim ama elimden silahım alınmış gibi hissetim. Demek ki hep dağdakileri bir güvence olarak hissediyormuşum” diyor.

Ama ekliyor: “Bir karar alınmış, haddim değil karşı çıkmak. Zamana yayarak kabullenmem gerekecek. Barış sürecinden sonra nerede olmak istiyorum hiç sormamışım kendime.”

Sohbete katılan bir başka genç kadın ise bambaşka bir soruyla geliyor:  “Ben Karadeniz’de okuyorum. Orada Kürt işçilere Gürcülerden az ücret veriyorlar. Barış olunca bu değişecek mi?”

‘Yakma parası’
Çarşıdaki bir sohbette “Hem burukluk var hem sevinç” diyor Bahri. Öcalan’ın açıklamasını beğenmiş.

“Lice, Ulucaköy’denim. Köyümüz 92 ve 93’de iki sefer yakıldı. Amcam muhtardı, yüzbaşı amcama, ‘bu köyü yanlış yaktık’ demiş sonradan.”


Dört aileye “yakma parası” olarak 8bin500 lira verilmiş. “850 lirasını da avukata verdik” derken acı acı gülüyor.

Barış ne peki Bahri için? “Biz maddi bir şey istemiyoruz. Benim dayım oğlu da dağdadır. Herkes dönmelerini ister. Aynı şeyler yaşanmasın” diyor.

‘Kürdün midesine yumruk atmışlar’
90’lı yıllarda yurt dışına kaçmak zorunda kaldığını anlatan bir eski gazeteci, “Almanya’dan Newroz için geldim” diyor.

O da PKK silahlı gücünün çekilmesinin süreçte Kürtleri güvencesiz bırakacağını düşünüyor.

“Kürdün midesine yumruk atmışlar, ‘ah belim’ demiş. ‘Yahu, midene vurduk, belim diyorsun’ demişler. ‘Eh, benim arkamda güçlü biri olaydı sen bana vurabilirdin?’ demiş.”

Hemen sohbet, silahlı güçlerin nereye çekilebileceği, belki bir süre Suriye’de, Rojava’da kalacakları ve sonra dönecekleri tahminleri üzerinde yoğunlaşıyor. Bu sürecin uzamasından korkuyorlar.

‘Oğlum askere gidiyor, rahatım’

Bingöllü bir lokantacı çok memnun.

“Oğlum 1 ay sonra askere gidecekti. Valla göndermeyecektim. Şimdi rahat ettim. Neresi çıkarsa çıksın sorun olmaz. Şırnak olsun Hakkari olsun her yere gidebilir” diyor.

Herkesin tek tek savaş deneyimleri ve acıları var ama esnaf için barış, biraz da ekonomik durumun normalleşmesi demek.

Lokantacı, “Yatırım falan değil, huzur olsun herşey iyi olur. Yılda 60 gün dükkan kapatıyoruz” diyor.

Sohbeti duyan geliyor herkes bir şeyler söylemek istiyor. Barış kelimesinin içini doldurmaya çalışıyor:

“Türklerin de elini taşın altına koyması lazım. Ayrımcılık yapmasınlar.”
“Amcam oğlu taş atmaktan 4 sene 8 ay ceza aldı, taş atmaktan.”
“Askerde çok ayrımcılık var. Tertibim Orduluydu. En zor işe, en ağır nöbete hep beni yolluyorlardı.”
“Bingöl’e gidene kadar on kere indirilip bindiriliyoruz”
“Ahmet Kaya dinliyorum diye Silvan’da altı saat gözaltında kaldım.”
“Ben Zaza’yım. Benim de ana dilimde eğitim olsun.”

‘Yaz, üç kere...büyük harfle... İNADINA BARIŞ’
Kuyumcu Bozan, “21 Mart’tan sonra ağaçlar bile başka türlü açmış sanki” diyor.

“Barışı ben sana anlatayım sen de batıdaki Türklere anlat. İnşallah bizi okuyan, dinleyen bizim samimi olduğumuzu anlasın” diye sürdürüyor.

“Kirli savaşa gitti milyonlar. Bombalar benim vergimle atılıyor Kandil’e. Korucu nedir? Benim param korucuya gidiyor. Hayvan beslesin, ekin eksin bundan sonra.”

 “Yüzde 99 değil yüzde 100 inanıyorum” diyor Bozan.

Üç amca oğlunu kaybetmiş. Biri Hozat’ta askerliğini yaparken, biri dersaneye konan bomba ile, bir diğeri dağda ölmüş.

“Gelmiş geçmiş Erdoğan gibi bir adam yoktur. Sev sevme heykeli dikilecek adam. Bu işi çözecek. Hakan Fidan Öcalan’la kanka olmuş. Allahın izniyle çözecek. Büyük harflerle yaz, üç kere: İNADINA BARIŞ.”

‘Eşkıya’dan vatandaşa geçiş’
Tam o sırada bir hışımla dükkana giren matbaacı Süleyman,  sohbeti  Diyarbakır’ın o muhteşem kara mizahıyla aralıyor: “İnanma sakın ha! Kuyumcu hiç barış ister mi? Altın fiyatları düşecek!”

Herkesi kahkahalara boğan Süleyman süreci ise, “Eşkiya, kıro, teröristten sonra yeni bir kimlik arayışında Kürtler. İnşallah artık vatandaş olacaklar” diye yorumladı.

Barış silahların susması mı?
Bölgede sık sık son otuz yılda yaşanan savaş için “Son Kürt isyanı” dendiğini duyarsınız.

Diyarbakırlı bir arkadaşım, kentten ayrılacağım gün çaylarımızı yudumlarken, “Kürt isyanlarının çoğu, liderlerinin iktidar pastasından pay almasıyla bitmiş. İsyanın acısını çekenler, çektikleriyle kalmış” dedi.

Barış, yalnızca silahların susması olsaydı, buna son otuz yılda olmadığı kadar yaklaşıldığı söylenebilirdi.

Ama 40 bin ölü, 3 bin küsur boşaltılmış köy, milyonlarca göçmen, binlerce tutuklu sonra, kalıcı bir barış ya da başka bir deyişle, bunun hakikaten “son Kürt isyanı” olarak kalabilmesi için çok daha fazlasının gerekeceğine kuşku yok. 

İKİ GÖRÜŞME- İKİ GÖRÜŞ 

"GERİLLANIN DÖNÜŞÜNÜN GECİKMEMESİ LAZIM"

Mehmet Kaya,
Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi DİTAM kurucularından, işadamı:

"Şiddeti sonlandırmanın ilk adımı atılmıştır. Şimdi Kürt hareketinin Demokratik kanalları kullanma becerisini göreceğiz. Devlet bu kanalları ne kadar açacak, bunu da göreceğiz.

"Ekonomik yıkıma uğramış bölge. Alt yapıları hazır hale getirmek gerekiyor. Anayasayı Kürdün kendisini iyi hissedeceği bir şekilde düzenlemek,  siyasi partiler yasası reformu ve anadil düzenlemelerinin yapılması lazım. Tahliyelerin hızlandırılması gerekiyor. Bu insanların zaten tutuklanmamaları gerekiyordu. Af demiyorum. Türkiye’nin insanların düşüncelerinden dolayı ceza alacakları bir yer olmaktan çıkarılması gerekiyor.

 "Gerillanın sınır dışına çekilmesi geçici olabilir.  Ama sorunu ertelemiş olursunuz. 5 bin insanın bu topluma yeniden karışması lazım. Demokratik haklarını kullanabildiklerine inanmadıkları için silaha sarılmış zaten bu insanlar. Diasporada uzun süre kalmaları, Türkiye’ye sorun olarak döner.

"Demokrasi bölgede de tam olarak işletilmiyor. Kürt siyasetinin de barışa göre adımlar atması gerekir. İç demokrasisini oluşturması, savaşa göre oluşmuş dili ve yöntemlerini değiştirmesi gerekiyor."

HATIRLATMA ADABI: MAĞDURA AFFETME SORUMLULUĞU YÜKLENMEMELİ


Nurcan Baysal,
Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, DİSA

"Silahın bırakılması öncelik değil bence. Bir dolu kötü günlük yaşam deneyimi var Ayrımcılık, aşağılama var. Kimse birden bire geçmişi unutup geleceğe bakamaz.

"Barış çok şey yüklenmiş bir kavram. Adalet daha dolu bir laf. Bir de, buranın adalet anlayışı ne, onu bulmak gerekiyor. Adalet duygusu sağlanabilirse, ancak o zaman politikaya güven oluşur.

"Uruguay’daki geçmişle yüzleşme ve adalet komisyonları ‘Hatırlatma Adabı’ diye bir ilke oluşturmuş.

"Geçmiş öyle bir şekilde hatırlanmalı ki, mağdur olana affetme sorumluluğu yüklenmemeli. Mağdurun acısını kimse azaltmaya çalışmayacak, ama ‘gelecekte umut var’ dedirtilecek. Bu da iyi olanı, insan olanı bulup öne çıkararak başlatılabilir.

"Herşey kendimizden utanmakla başlayacak. Ayrımcılık devam ederse, taş atma da devam eder, bir örgüt biter başka örgüt çıkar."

BBC TÜRKÇE: NEWROZ: SADECE ÖCALAN'I DİNLEYEN ÇOCUKLAR

-->
‘BARIŞTA DA SAVAŞTA DA ...’ SADECE ÖCALAN’I DİNLEYEN ÇOCUKLAR

Kumru Başer , Diyarbakır, BBC Türkçe
21/03/2013



Bugün göz kamaştırıcı geleneksel kıyafetleriyle sabah gün doğarken 05.00 sularında Newroz Parkı’na akmaya başladılar.

Yedide çıktığımda geç kaldığımı anlamıştım bile.  Bayramını kutladığım taksici, “inşallah iyi bir çağrı olur bugün” diyerek gündeme hakimiyetini gösterdi. Eşi ve çocuklarını göndermiş, onun çalışması gerekiyor.

Tecrübeli onlarca meslektaşla aramızdaki tahminler ve tartışmalar sonucu Newroz Parkı ve onu çevreleyen yeşil alanda toplananların sayısının 1 milyonu aştığı kanısına vardık.

Diyarbakırın bu tarihi gününün odağında İmralı Cezaevindeki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yolladığı mesaj vardı neresinden bakılırsa bakılsın.

Ama benim bu gündem hafızama nakşolan sözler, Öcalan’ın çağrı metninden değil.

Eskiden beri duyduğum bir sloganı Newroz Parkı üzerine asılı bir pankartta görünce bir an gözlerimi ayıramadım:  “Savaşta da barışta da seninleyiz ey serok.”



Saatler sonra konuşmacıları, çağrı metnini dinledikten, mitinge katılan onca insanla konuştuktan sonra hala aklımda bu slogan var.

Bugün Öcalan’n mektubunun Kürtçe ve Türkçe olarak okunması sırasında, bütün barikatları yıkarak gazetecilerin arasına giren Öcalan bayraklı gençlerin gözlerinde sanki bu söz okunuyordu. 

Sanki o çağrıda tam olarak ne dendiğini değil daha çok Öcalan’dan gelmesinin sevincini yaşıyor gibiydiler.

Bir meslektaşım “hiç dinlemediler mesajı” dedi,  ben ise ne denileceğini önceden biliyor ve kabulleniyor gibiydiler diye düşündüm.

Kuşkusuz bunlar bütün Kürtleri temsil eden tasvirler değil.

Ama “gerilla rojbaş” marşıyla halay çeken, her miting dağılışında Diyarbakır’ın yoksul arka sokaklarında polisle kovalamaca oynayan, BDP de dahil hiç bir otorite tanımayan bu isyankar gençlerin bugün, “Bundan sonra mücadele biçimleri fikir, ideoloji ve demokratik siyaset olacak” sözünü başka türlü kabullenmesi mümkün olamazdı sanki.

Bu önemli, çünkü otuz yıldır devam eden bu savaşta ölen, yaralanan, yıllarını hapislerde geçiren onbinler arasında en çok bu gençlerden vardı.

Bir sorunun en mağduru, yoksulun yoksulu, öfkelinin öfkelisi bu gençlerin bundan sonra ne yapacağı önemli.

Bunlar bir zamanlar Abdullah Öcalan’ın “Onlar doğrudan bana bağlı” dediği çocuklar.  “Apo’nün küçük generalleri” diye isim takılan çocuklar.

Mesaj kimlere gitti

Öcalan bazı bakımlardan beklendiği gibi bir mesaj verdi. Net mesajları vardı.

Özellikle Kürtlere, bugünden itibaren yeni bir dönemin başladığını ve silahlı Kürt güçlerinin Türkiye sınırları dışına çekileceğini açıklıkla ifade etti.


Daha önce denenip bir kaç kez  çöken bir yöntem olan ateşkes yerine “silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi”nin bir ilk adım olarak seçilmiş olması anlamlıydı.

Buna karşılık Öcalan hükümete ve devletin kurumlarına bir şey demedi mesajında. Ama demeyerek mesaj vermiş oldu.

Bu konuda sessiz kalarak adeta “sürece artık güvenebilirsiniz “diye iki taraf adına kefil oluyor gibiydi.
Hükümetin, mesajını iletmesine izin vererek kendisine müzakere muhatabı statüsü tanımasına bir yanıt da teşkil ediyordu.

Bir yandan da bu sessizlik , hükümete, “bundan sonra atılacak adımı nasıl lanse edeceğini de sana bırakıyorum” denmiş hissi yarattı.


Öcalan daha sonra Türklere seslendi. “Kucaklaşma, hellaleşme zamanı” dedi.

Türklere, Ermenilere, Süryanilere, Araplara ve Orta Doğu’nun bütün halklarına, özellikle de bu halkların ezilen mağdur olan kesimlerine, işçilerine, ezilenlerine ittifak çağrısı yaptığını söyleyerek, kimlerle ittifak yapmak istediğini ortaya koydu.

Çağrı yaptığı kesimlere, halkları, demokratik modernite diye tarif ettiği daha iyi bir toplumsal örgütlenme modeli kurmaya davet ettiğini özellikle vurguladı bunun ekmek su gibi bir ihtiyaç olduğunu söyleyerek, Kürt siyasi hareketinin sadece Kürt sorunuyla değil, bütün bir coğrafyanın ve ezilenlerin sorunlarına bağının süreceği mesajını verdi. .

Bu başka bir bakılırsa, Türkiye kamuoyunda, özellikle AKP iktidarı muhaliflerinden bir kısmının, barış sürecine ilişkin kaygılarını gidermeye yönelik bir mesaj olarak da düşünülebilir.

Öcalan’ın bu Kürt sorunu çözümü değil, neredeyse bir Orta Doğu barışı ve demokratikleşmesi projesi gibi geniş kapsamlı mesajı Kürt siyasetinin, Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın farklı kesimlerinden nasıl bir yanıt alacak bunu önümüzdeki günlerde birlikte izleyeceğiz. 

Son günlerde Diyarbakır sokaklarında yaptığım sohbetler, barış sürecine hem büyük umutlar bağlandığını ama derinden derine büyük kaygılar da beslendiğini gösteriyordu.

Öcalan’ın açıklamalarının bu duygularda bir değişiklik yaratıp yaratamadığını bir kaç gün içinde yoklayabileceğiz. 

Ama bugün bir süre maskeleriyle sahneyi de barışçı bir şekilde işgal ederek kendi deklarasyonlarını yapan “Apo’nun çocukları”nın bu çağrıya yanıtının olumlu olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün muhtemelen bu yüzden “süreç zarar görmesin” diye, Newroz alanından dağılırken polise “Biji serok Apo” diye haykırmakla yetindiler.






BBC TÜRKÇE: NEWROZ ÖNCESİ FIRAT ANLI İLE SOHBET

-->
FIRAT ANLI : BİR KÜRT OLARAK SORUYORUM BANA NE VAADEDİYORSUNUZ?

Kumru Başer, Diyarbakır, BBC Türkçe
20/03/2013 



Newroz parkında yapılacak büyük kutlamaya saatler kala BDP il örgütünde büyük organizasyonun son rötuşları yapılıyor.

Kalabalıklaşan kentteki sohbetler ise ille de gelip Öcalan’ın nasıl bir mesaj yollayacağına ve “süreç”in nasıl gelişebileceğine dair tahmin ve beklentilere dayanıyor.

Bu tartışmalarda sürece dair en çok sorulan bazı soruları, 2004 yılında, Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesi belediye başkanlığına seçildiği sıralarda tanıdığım tecrübeli Kürt politikacı Fırat Anlı’ya yöneltme fırsatı buldum.

Tahliyeler başladı mı?

Anlı, 2009 yılındaki bir KCK operasyonunda tutuklandı ve üç yıl üç ayını cezaevinde geçirdikten sonra  geçen ay tutuksuz yargılanmak üzere tahliye oldu.

Cezaevlerinde tam olarak kaç  Kürt siyasetçi olduğu konusunda çok farklı sayılar veriliyor ama kendisi de avukat olan Anlı “Tahminim 5 bin civarında. Son 5 yıl içinde tutuklanmış legal, demokratik sahada çalışanlar bunlar. PKK’li tutukluları da katarsak 7bin 500’lere geliniyor ” diyor.

Acaba kendisininki de dahil son bir kaç ay içinde gerçekleşen tahliyeler barış sürecinin parçası olarak görülebilir mi?

Anlı bunu söyleyebilmek için erken olduğu görüşünde.

“Üç yıl üç ay tuttuktan sonra koşullarda değişen bir şey yokken, ‘sizi serbest bıraktık’ diyorlar. Demek ki bir irade var. Tesadüf değil  Ama her mahkemede tahliye çıkacak diye bir duygu yok bende.  Sürecin gelişimine paralel gidiyor. Nisan-Mayıs ayına gelindiğinde sistematik olup olmadığı anlaşılır.”

Süreç varsa niye operasyon? 

Diyarbakır sohbetlerinde çok sık dile getirilen sorulardan biri bu.

Acaba bu sağ kamuoyunu yatıştırmaya yönelik bir taktik olabilir mi? Anlı’ya göre “hayır”.

“Bu teze çok itibar etmiyorum. Devletin klasik refleksidir. Barış masasına oturduğu zaman bile karşı tarafa nasıl zarar veririm duygusuyla bakıyor. Kandil bombalanması için ‘Karakol basılacaktı önlem aldık dediler. Belki böyledir. Ama kürtlerin böyle olduğuna inanmasını beklememek lazım.”

‘İmralı’ya gidenleri suçlayabilirler’

Fırat Anlı 2009 yılında yaşananların, bir çok Kürtte kuşku yarattığını vurguluyor.

“2009’da cumhurbaşkanı ‘iyi şeyler olacak’ dedi ve Eylül’de bir süreç başladı. Gelin. bu süreçte olmalısınız’ dediler. Biz de inandık geldik. Sonra fatura bize çıktı.

“Bu sefer adaya giden milletvekilleri sıkıntı yaşar. Yarın Ahmet Türk’e ‘Sen niye adaya gittin?’ diyebilirler. Hakan Fidan’ın peşine düşmediler mi? Ak Parti samimiyet testini geçebilmiş bir parti değil. Başbakanın kendisi de sıkışınca ‘Cemaat yapıyor, ya da devlet bu konuda hemfikir değil diyor. “

“Kime güveneceksiniz? Devlet dediğiniz kimdir? İşler terse gidince muhatap bulamıyorsunuz. Cemaatin kendisi diyor ki , ‘İnanın biz değiliz.’ Aynı söylemi Ak Parti de kullanıyor. O zaman ‘ikisi birlikte yapmıştır’ diye düşünüyorsunuz. Tek mantıklı açıklaması o”.

Umut veren ne var?

Ama Anlı’ya göre son dönem farklı olan bir nokta var.

Hükümetin bir süredir “Devletin birimleri arasında bir koordinasyon sorunu yok” vurgusu yapmasını önemli görüyor.

“Bu kendini bağlayan bir söylemdir. Yarın aksini söyleyemez. Emniyet mit bizi dinlemedi diyemez” diyor.

Fırat Anlı, bütün belirsizliklere rağmen, milletvekillerinin İmrali’ya gitmiş olmasını da önemli buluyor.

‘Hükümet projesini açıklanmalı’

Anlı’nın güven inşası için hükümetten beklentileri arasında, BDP’nin güçlendirilmesi için cezaevlerindeki binlerce partilinin serbest bırakılması ve parlamentonun süreci destekleyici çalışmalara başlaması var.

Ama hepsinden önemlisi, biran önce yürütülen görüşmelerin içeriği ve hükümetin planları konusunda şeffaflığın sağlanmasını istiyor.

“Şu ana kadar sadece işin silahlı boyutu konuşuldu” diyen Anlı, “Birebir bütün ayrıntıları değil ama ana hatların kamuoyuyla paylaşılması lazım” diyor.  

“Hükümet ne yapacak? Bir Kürt insanı olarak soruyorum. Bana ne vadediyorsunuz?  Eyalet sistemi mi , özerklik mi, federasyon mu, kültürel özerklik mi, yoksa Avrupa Birliği yerel özerklik şartını yeterli mi görüyorsunuz?”
Anlı, böyle bir aleniyetin, sürece ilişkin Kürt ve Türk kamuoylarındaki farklı kuşkuların giderilmesi açısından da şart olduğunu söylüyor:

‘Soldan gelen kuşkular incitiyor’

Anlı soldan gelen “Barış süreci demokrasi yanlısı güçlerin aleyhine mi işleyecek?” türünden kaygıların ise, Kürtlere haksızlık olduğunu düşünüyor.

Öcalan’ın da hep yazdıkları, söyledikleri hatta son açıklamalarıyla hep Türklere de hitabetmeye, PKK’yi Türkiyelileştirmeye çalıştığının unutulmaması gerektiğini söylüyor.

“Kürtler bu konuda rüştünü ispat ettiler. Biz hiç pragmatist ‘Aman kendimizi kurtaralım da gerisi bizi ilgilendirmez’ yaklaşımında olmadık.

“Bu güvensizlik bizi incitiyor onu söyliyeyim. Çok sık rastladığımız bir suçlama. ‘Siz bir diktatörle anlaşıp kendinizi kurtarıp bizi unutacaksız’ diyorlar. Asla böyle bir şey yok. Demokrasi, emek, çevre, insan hakları ve cinsiyet özgürlüğü mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz.”

Öcalan’a itiraz eden olur mu? 

Öcalan’dan gelecek yol haritası karşısında Kürt hareketi bir bütün olarak durabilecek mi, yoksa çatlaklar çıkabilir mi?

Fırat Anlı, Öcalan’ın karizması ve etkisinin küçümsenmemesi gerektiği görüşünde.

“Gerek PKK, gerek halk üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Geçmişte de böyle beklenmedik zamanlarda beklenmedik çıkışları olmuştu. İlk etapta bir şok dalgası yaşansa bile süreç içersinde uyum oluyordu.

“Çatlak yarık olmayacak. Görebildiğim kadarıyla cezaevinde de, dışarda da, dağdakilerin, KCK yürütme konseyinin açıklamalarına bakıyoruz. Uyulacağı söyleniyor ve uyulur. Ama zorlanır açık söyleyeyim, çünkü hükümete devlete çok ciddi bir güvensizlik var.”

Anlı, ayrıca ölümü göze alarak dağlara çıkmaya karar vermiş insanların, normal yaşama dönebilmesinin de kolay olmayacağını hatırlatıyor.  






BBC TÜRKÇE: DİYARBAKIR'DA NEWROZ BEKLEYİŞİ


DİYARBAKIR’DA NEWROZ BEKLEYİŞİ

Kumru Başer 
20/03/2013-BBC Türkçe

Diyarbakır uçakları her zamankinden dolu sanki. 

Hostes bir yolcuya,  yanındaki diğer yolcuyu gösterip “Beyefendiye çantasını yukarı koymasını söyler misiniz, Türkçe bilmiyor da” diyor.

Tercüme yapması istenen yolcu sakin bir sesle, “Siz de Kürtçe bilmiyorsunuz” diye cevap veriyor. Hostes alttan alıyor.

Diyarbakır havaalanına indiğinizde  ilk duyduğunuz şey,  hala savaş uçaklarının sesi. 4 tane geçiyor arka arkaya. 

Diyarbakırlılar gibi, jetlere endişeyle bakıp saydığımı farkettim.

NEWROZ'A AKIN

Diyarbakır trafiğine girip, üzerinde “Vatan sevgisi ruhları kirden kurtaran en kuvvetli rüzgardır” yazılı geçidin altından geçerken  taksiciyle sohbet iyice koyulaşmıştı.   “Çok gelen var, bu sene çok kalabalık olacak Newroz” diyor.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) il örgütü de hummalı bir hazırlık içinde. 

5000 gönüllü ile 300 belediye zabıtasının güvenlik konusunda görev aldığı anlatılıyor.

Kentin ana caddeleri,  yerel yönetim binaları sarı, yeşil, kırmızı renkli “Newroz piroz be” pankartları, balonlar, çeşitli süslemeler ve çağrılarla donatılmış.

ÖCALAN’DAN MESAJ VE MUHATAP KONUSU

Barış süreciyle ilgili olarak bu yıl Nevruz’a özel bir önem atfeden Kürt siyasi hareketi, ilk kez 21 Mart günü tamamen tek bir kutlamaya, Diyarbakır’a odaklanacak.

“Öcalan’a özgürlük Kürtlere statü” sloganıyla yapılacak 2013 Newroz’u bir çok bakımdan tarihe geçmeye aday görünüyor.

Herşeyden önce, cezaevindeki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’ın “Newroz Parkı”nda toplanacak kalabalığa, çözüm süreciyle ilgili olarak yapacağı “hayati nitelikte çağrı” da ne diyeceği bundan sonra olacaklar açısından büyük önem taşıyor.

Bu mesajın içeriği, bir süre, Türkiye gündeminin en mühim tartışma konularından biri olacak kuşkusuz.

Ama içerik ne olursa olsun, çok önemli başka bir şey de gerçekleşmiş olacak. Öcalan’ın Diyarbakır “Newroz Parkı”na,  devletin izni ile bir “sesleniş” yollaması,  çözüm sürecinde kimin kiminle muhatap olduğunu, kuşkuya hiç yer bırakmayacak bir şekilde resmen kayda geçirecek.

TEDİRGİN İYİMSERLİK

Önemli gün yaklaşırken Diyarbakırlılar harıl harıl “süreç”i, söylenenlerden ne anlam çıkarılması gerektiğini, AKP hükümetinin barış konusunda samimi olup olmadığını,  sonunda nasıl bir yere varılabileceğini tartışıyorlar.

Katıldığım sohbetlerde genel bir iyimserlik var ama tedirginlik de. Nerede üç beş kişilik sohbetler yapılsa hemen bir kaç eğilim beliriyor.

Hepsi eski tanıdıklar olan Diyarbakırlılardan bir demirci “Artık burdan geri dönülmez, mutlaka olacak” diyor, bir taksici “Bu hükümet dört dörtlüktür yapacak” diyor, bir ayakkabıcı “Burası Türkiye her an her şey olabilir” diye kaygısını belli ediyor.

Kuşkulular arasında sık dile getirilen bir soru “Madem barış süreci var, o zaman niye hala tutuklamalar ve operasyonlar yapılıyor?”

İki farklı cevap geliyor.

Başbakan Erdoğan’ın sağa ve milliyetçiliğe karşı elini güçlü tutmak için, taktik olarak bu yola başvurduğunu düşünenler var. O yüzden sürecin kaçınılmaz olarak sancılı ve uzun olacağını söylüyorlar.

Ama hükümeti harekete geçirenin demokratikleşme arzusu değil, Ortadoğu dengeleri içinde Kürtlere müttefik olarak ihtiyaç duyması olduğunu söyleyenler de var. 

Bir başka endişe kaynağı sürecin somut olarak hangi adımlarla ilerleyeceğine ilişkin.

BDP’li bir lokanta sahibi, “geri çekilme ve silahsızlanma” konusunda geçmişteki tecrübelerden kaynaklanan kaygıların yaygın olduğunu, çok ciddi güvenceler sağlanması gerektiğini söylüyor.

1999’da Öcalan’ın yakalanması sonrasında, PKK tarafından ilan edilen “çatışmasızlık” sürecinde, yüzlerce savaşçının, geri çekilirken, operasyonlarla öldürülmesinin yarattığı güvensizliği,  BDP’li siyasetçiler de ifade ediyorlar.

‘KIBLELERİ AYNI’

Somut adımların şimdilik sayılı olduğu ve bu yüzden herkesin sembollerden anlam çıkarmaya çalıştığı Diyarbakır’ın gündeminde bir de Türkçe – Kürtçe Çanakkale zaferi afişleri tartışması var.

Kentin çeşitli yerlerindeki resmi ilan panolarına Diyarbakır Valiliği, Çanakkale zaferinin 98. yıl dönümü vesilesiyle iki dilde, Kürtlerin ve Türklerin tarihi kardeşliğini vurgulayan afişler astırmış.

Özellikle Kürt dilinin bu şekilde resmi makamlarca ikinci dil olarak kullanılması, Diyarbakırlılarda bir memnuniyet yaratmış.

Fakat, Diyarbakırlı bir gazeteci arkadaşım, afişlerde kullanılan “Dilleri, lehçeleri, türküleri ayrı, kaderleri aynı, düşmanları aynı, rableri aynı, kıbleleri aynı” ifadesine dikkat çekti.

 Meslektaşım “Bu afişler barış sürecini sembolize ediyorsa, dil çok sorunlu. Yurttaş tanımına uymuyor” diyor ve soruyor: “Mesajın sadece Müslüman Kürtlere verilmiş olması ve kardeşlik temasının odağına dinin konması aynı coğrafyanın halkları olan Ezidi, Süryani, Ermeni ve Keldanileri ötekileştirmiş olmaz mı?”