27 Eylül 2011 Salı

BBC TÜRKÇE: DİYARBAKIR'DAN TÜRKİYE GÜNDEMİNE BİR BAKIŞ

27 Eylül 2011-BBC TÜRKÇE


http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/09/110927_diyarbakir_kumru_baser.shtml

Diyarbakır'dan Türkiye gündemine bakış

27 EYLÜL 2011 - TSİ 16:08
Diyarbakır
Havaalanından bindiğim takside radyo açık. Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle ilgili ayrıntılar anlatılıyor.
Taksici “Enver Sedat olmak istiyor” dedi. “Ama İsrail’e çıkışına ne diyorsunuz?” deyince “Evde kavga var gitmiş komşunun işine karışıyor” diye yanıtlıyor.

Başbakan’ın dış politikasına ilişkin bu görüşü çok duydum beş gün boyunca. Hatta daha sertlerini. CHP’ye yakın çizgisiyle her zaman ipuçları veren bir maatbaacı örneğin, “İçerde İsrailli, dışarda Filistinli” diyerek tutarsızlıkla eleştirdi başbakanı.

Fakat, önemli bir kesim, özellikle AKP seçmeni ya da dindar bir kesim içinde, hükümetin dış politikaları ile epey puan ve hayranlık topladığını açıkça gözlemek mümkün. Erdoğan’ın “dünya çapında karizmatik bir lider” olduğu, “İsrail’e karşı aldığı tavırla büyük cesaret gösterdiği” görüşleri sıkça dile getiriliyor.

İç siyasette ortaklıklar

Hükümetin dış siyasetini farklı değerlendiren Diyarbakırlılar, iç siyasi gelişmelerde bazı net ortaklıklar dile getiriyorlar.

Örneğin hangi partiye oy vermiş olursa olsun, PKK’nın, çatışmayı batı ve doğuda şehirlere taşıma taktiğini ve sivillerin hedef haline geldiği eylemlere girişmesini doğru bulan ya da bunu ifade eden kimseye rastlamadım.

Sohbet ettiğim bir saatçi ile müşterisi emekli öğretmen hanım, bunların PKK’nın Kandil dağlarındaki üslerine yönelik askeri harekatları genişletmeyi hedefleyen provokasyonlar olabileceğini söylüyordu.
Ama eski bir sivil toplum örgütü liderinin söylediği şey en yaygın görüştü:

“Biz artık hangi eylemi PKK’nın yaptığını hemen anlıyoruz. Daha hiç bir açıklama yapılmadan, ‘PKK, Ankara saldırısını TAK yaptı diyecek, kadınların hedef olduğu Siirt için de yanlışlık diyecek’ dedik ve öyle oldu.”

Görüştüğüm AKP’li olsun, BDP’li olsun, Diyarbakırlılar arasında TAK’ın, PKK’dan ayrı ve denetlenemez bir yapı olduğuna inanan yoktu.

Tecrübeli bir gazeteci dostum, “TAK, PKK’nın JİTEM’idir. Bunu da herkes bilir burda” diyordu.

“PKK tabanını dinler”

Diyarbakır’ın ünlü Hasan Paşa hanında eski bir sivil toplum yöneticisi ile PKK’nın çatışmayı şehirlere taşıma hamlesini konuştuk. Çok tepkiliydi.

“PKK aslında tabanını gayet dikkatle dinleyen bir örgüttür. Buradaki bütün sivil toplum örgütlerini tabanı olarak görür. Şimdi bölgede sivil toplumun PKK’ya yüksek sesle açık bir mesaj vermesi gerekiyor. ‘Bir daha kentlerde eylem istemiyoruz’ denmesi lazım. 15 örgüt çıkıp yüksek sesle bunu dese, PKK geri adım atar. Ama PKK’ya ‘sivil öldüremezsin’ derken, devlete de ‘Kandil’de ölen benim çocuğum’ denmesi lazım.”

Aslında bu tür bir çıkışın örneği de yaşanmış; 2008’de Diyarbakır’da 6 kişinin ölümüne 70’e yakın kişinin yaralanmasına yol açan PKK’nın dersane bombalama eylemi ardından.

“Burada 15 sivil toplum örgütü hemen çıktı olayı kınadı. Daha kimin yaptığı belli değildi. Sonra PKK eylemi üstlendiğini açıkladı. ‘Ne yapacağız?’ dedik. Tartıştık. Telefonlarımız durmuyor, üyelerimiz feryat ediyordu. Çıktık yine kınadık. Üstelik sadece kınamadık, protesto yürüyüşü yaptık ve olay yerine çelenk bıraktık. 'Anıyoruz, kınıyoruz, bir daha istemiyoruz' diye pankart açtık. PKK mesajı aldı. O tür saldırılar durdu.”

“BDP’ye baskı çözüm getirmez”

PKK ile MİT arasında gizli görüşmeler yapıldığının ortaya çıkmış olduğu bir sırada, son günlerde çeşitli illerde BDP yöneticileri ve BDP’li Belediye Başkanlarına yönelik tutuklamalara tepkiler de, parti farkı tanımıyor Diyarbakır’da.

Bazı AKP’li bölge milletvekilleri, eski siyasetçiler ve Mazlum Der gibi BDP çizgisinde olmayan insan hakları kuruluşlarından gelen açıklamalar ve mesajlar, BDP’lilere yönelik bir baskının çözüme hizmet etmeyeceği yönünde.

Bölge siyasetinde bu tür ortaklıklar, aslında yeni ve nadir de değil. Halen BDP’nin, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan andın okullarda boykotu eylemine paralel olarak, Mazlum Der de, “Andımız kaldırılsın” kampanyası yürütüyor örneğin. Cami dışında “Sivil Cuma” namazları konusunda da böylesi bir dayanışma var.

Bu çevrelerde PKK ile hükümet arasındaki müzakerelerin devam etmesi ve Kürt siyasetinde sivil odakların güçlendirilmesi temennileri açıkça dile getiriliyor.

“90’lara dönüş mümkün değil”

Peki çatışmaların tırmanması ve şehirlere sıçraması, ölümlerin artması ne anlama geliyor? Nereye gidiliyor?

Bu artık bu işin çözümünden herkesin umudunu kestiği ve örneğin “90’lara dönüleceği” anlamına mı geliyor, yoksa sessizlikten önceki büyük fırtına mı yaşanıyor?

Diyarbakır’da ikinci görüş ağırlıkta. Konuştuğum istisnasız herkes, çözüm öncesi bir fırtına yaşandığını düşünüyor.
“Hükümet PKK’sız çözüme karar kılmış olamaz mı, bazı hükümete yakın köşe yazarlarının ifade ettiği gibi?” sorusuna, orta yaşlı bir eczacı şu yanıtı verdi:

“Ankara’dan bakıp burayı okuyamazsınız. 90’larda PKK ile halkı ayırabilirdiniz, halk lojistik destek veriyor, sempati duyuyordu ama PKK’nın kendisi değildi. Aradan 30 bin ölü geçti. Bu 30 bin ölü 10 şehirden çıktı. Bir hesaplayın, herkesin cenazesi var. Artık PKK ile bölge halkını ayırmak mümkün değil.”

PKK içinde neler oluyor?

İşte en zengin senaryolar ve görüş farkı bu konuda çıkıyor. Diyarbakır kulislerinde, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla iki ayı aşkın süredir görüştürülmemesi ve örgütün farklı kanatlarından farklı sesler çıktığı söylentileriyle ilgili bir çok senaryo dolaşıyor.

BDP tabanında yaygın bir görüşe göre, PKK içinde ciddi bir görüş ayrılığı var.

Kandil’deki askeri kanat ve orada etkili Suriyeli liderler, örgütün özellikle Orta Doğu’da ve Suriye’de yaşanan son gelişmelere paralel olarak uluslararası bir aktör olması gerektiğini düşünüyor.

“Oysa Abdullah Öcalan, olayın Türkiye içinde çözümüne odaklanılması gerektiği görüşünde” diyorlar.

Bu senaryoya inananlar, Öcalan’ın muhtemelen kendi kendini tecride alarak, kendi tabanına bir tür protesto işareti ve hükümete de kendisinin vazgeçilmezliği mesajı verdiğini düşünüyorlar.

Aynı tabandaki diğer görüş ise, hareket içinde herhangi bir bölünme olmadığı; bütün bunların Öcalan’ın müzakere muhatabı pozisyonunun güçlendirilmesine yönelik bir büyük ve karmaşık planın parçası olduğu yönünde.

26 Eylül 2011 Pazartesi

BBC TÜRKÇE: DİYARBAKIR SOSYAL FORUMU: GENÇ, SOL, ANTİKAPİTALİST (26.09.2011)

26 Eylül 2011-BBC TÜRKÇE

http://www.bbc.co.uk/turkce/izlenim/2011/09/110926_mezo_social_forum.shtml




Önce Enes'le tanıştım. "Taş atan çocuklar"dan biri. 8 ay cezaevinde kalmış.

Kendisiyle birlikte cezaevinden çıkan bir arkadaşı kendini yakmış, bir arkadaşı dağa çıkıp ölmüş.

17 yaşındaki Enes, o gün başlayan mahkemesi nedeniyle biraz gecikmişti ama Mezopotamya Sosyal Forumu'ndaki "Türkiye'de çocukluğun kurucuları-Kürt çocukları-TMK (Terörle Mücadele Kanunu)" başlıklı panele yetişip bir sunum yaptı.

Enes 3 yaşındayken ailesi Kulp'un Goderni ya da Türkçe adıyla Taşköprü köyünden Diyarbakır'a göçmüş.

Okulda bilmediği bir dil, çokça dayak, evde yoksulluk ve sürekli dağa çıkan akraba eş dosttan gelen ölüm haberleri.

"Büyükler gizlemeye çalışırdı, bizi odadan çıkarırlardı konuşurken, ama her şeyi anlıyorduk" diyor.
2006 yılında kendinden beş yaş küçük Abdullah Duran adlı çocuğun evinin balkonunda polis kurşunuyla vurulduğunu görüyor. Polise taş atmaya başlıyor.

Enes Terörle Mücadele Kanunu'nda geçen yıl yapılan değişikliklerle serbest bırakılan ve çocuk mahkemelerinde yargılanan yüzlerce çocuktan biri. Ama "Orada da bize suçlu gibi davranıyorlar" diyor.

Az ilerde Enes gibi saçlarını suyla yukarı yukarı taramış yanık zayıf çocuklar sloganlarla halay çekiyor. "Serhildan" yani Kürtçe ayaklanma kelimesini seçebiliyorum.

"Korkmuyor musun?" diye sordum. 17 yaşındaki bir çocuktan beklenmeyen bir cevap "Sadece bu kadar acının boşa çekilmiş olmasından korkuyorum. Başka hiç bir şeyden korku yok" diyor.
Enes kenarda şaklabanlıklarla onu güldürmeye çalışan bir grup çocukla beraber cezaevindeki yedi arkadaşını ziyarete gitmek üzere ayrılıyor.

'NE REHABİLİTASYONU?'

İnsan Hakları kuruluşları, hukukçular, öğretmenler, psikologların da yer aldığı bir çalışmaya göre, TMK'daki değişiklikler yeterli değil, çünkü çocuklar hala tam olarak terör suçu kapsamından çıkartılmamış ve çıkanlar yavaş yavaş geri dönüyor cezaevine.

İnsan Hakları Derneği'nin raporuna göre 2011 yılının ilk altı ayında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 485 çocuk gözaltına alınmış ve 139'u tutuklanmış.

Enes'in katıldığı panelin sonunda hayati bir tartışma oldu. Hemen herkese göre, bu çocuklara destek vermek lazımdı.

Ama bazıları şu noktaya da dikkat çekiyordu: Onlara taş attıran ortam var oldukça yapılacaklar çok sınırlı olmayacak mıydı?

Bir katılımcı bu endişeyi şu sözlerle dile getirdi: "Tabii ki destek vermek lazım. Ama savaş sürerken rehabilitasyondan söz etmek ne derecede mümkün?"

Farklı kentlerden katılımcılar, çocuklarla birlikte alternatif arayışlardan bilgi ve deneyim aktardılar. Panelin sonunda 50-60 kişi harmanlanıp birbirlerine telefon, posta adreslerini verdi, sohbeti sürdürdüler.

SOSYAL FORUM NE İŞE YARAR?

21-25 Eylül tarihleri arasında Diyarbakır'da ikincisi yapılan 4,5 günlük Mezopotamya Sosyal Forumu'nda izlediğim ilk tartışmaydı bu.

Aslında foruma damgasını vuran konulardan biri değildi ama birden böylesi bir forumun ne işe yarayabileceğini örnekledi zihnimde.

Gerçekten de, içindeki nefis küçük binalar ve çadırlarla, ağaç dibi gölgelikleri ve çimenleriyle, Diyarbakır'ın Sümerpark'ında, benzer konularla ilgilenen yüzlerce insan günlerce birbirini buldu, deneyim paylaştı, birbiriyle iletişim sözü verdi.

Brezilyalı topraksız köylüler hareketi, komünal bir yaşam arayışındaki Batman Şikefta köyü ve Viranşehir'deki ekolojik evler projesiyle, Hasankeyfli baraj karşıtları ile Karadeniz isyanda grubu İran ve Irak'tan gelen baraj karşıtlarıyla, El Salvadorlu eski gerilla liderleri, Kürt sivil itaatsizlik hareketi temsilcileri ve "Demokratik Yurtsever İmamlar" grubuyla, Arjantinli Plaza de Mayo anneleri, Türkiye'deki Cumartesi anneleriyle buluştu.

Mısırlı sendikacılarla, Türkiye'den çok sayıda sendikacı, hatta görünmeyen işçiler, atık kağıt toplayıcılar bir araya geldi.

Başka türlü buluşmalar da oldu. Beyrutlu bir Filistinli, Hana Sleiman, "Batı Şeria, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye'den Filistinliler, aramızda haberleşiyorduk, ama ilk kez burada bir araya geldik" dedi. Gazze katılamamış tabi.

Sadece farklı bölgelerden değil, farklı Filistin örgütlenmelerinden de temsilciler vardı. İsrail vatandaşı ve mülteci Filistinliler, Batı Şeria'daki Filistin yönetiminde, kendileriyle ilgili konularda söz sahibi olma mücadelesi veriyorlarmış.

En büyük heyetlerden biri Irak Kürdistan Özerk Yönetimi bölgesinden gelmişti. Erbil, Süleymaniye ve Kerkük'ten farklı alanlarda çalışan 200'ü aşkın katılımcı gösterişli törensel kıyafetleriyle bütün oturumlarda seçiliyordu.

'YÜZÜMÜZ ORTADOĞU'YA VE LATİN AMERİKA'YA DÖNÜK'

Kapitalizme, onun sosyal, siyasi, ekonomik egemenliğine sivil, ekolojik, anti-kapitalist alternatifler geliştirmeyi, bunu yaparken, dünyanın yoksullarını, emekçilerini, onların deneylerini ve örgütlenmelerini bir araya getirmeyi hedefleyen Dünya Sosyal Forumu'nun ürünü ve parçası MSF.
Forumu örgütleyen tamamen gönüllü genç kadro forum sonunda çok memnun görünüyor.

"Başardık" diyorlar. "6 aylık yoğun bir hazırlık çalışmasıyla sadece Türkiye'nin dört bir yanından değil, yaklaşık 20 ülkeden yüzlerce muhalifi bir araya getirmeyi başardık ve aktif katılımlarını sağladık."

Haksız da değiller, sırf teknik açıdan bile bakıldığında gerçekten etkileyici. Katılımcılara Türkçe, Arapça, Kırmanci, Sorani, İspanyolca, Portekizce simultane çevirilerle günde ortalama 20 farklı tartışma seçeneği sundular.

Tartışmalar ise "taş atan çocuklar"dan, "Arap Baharı" değerlendirmelerine, "göç ve göçmenlik"ten "iş yaşamında dönüşüm ve sendikal haklar"a, kırsal alanda kolektif yaşam deneyimlerinden "kayıplar ve hakikat komisyonları"na, "kapitalist kültür hegemonyasına karşı direniş"ten, "sivil itaatsizlik paylaşımları"na, "yoksulluk ve yoksullukla mücadele deneyimleri"ne kadar çok geniş bir yerel, bölgesel ve küresel gündemi yansıtıyordu.

Uluslararası katılımın daha çok Ortadoğu ve Latin Amerika'dan olması ve örneğin Avrupa'nın pek görünür olmaması bir tesadüf değil. Organizatörler "Bunu özellikle hedefledik. Yüzümüz Ortadoğu ve Latin Amerika'ya dönük. Çünkü ABD'nin yüzü de buralara dönük" diyorlar.

'FAZLA ULUSLARARASI'

Foruma Diyarbakır'ın içinden ilgi ve katılım vardı fakat sınırlıydı. Ama zaten forumun amacı belki de sokaktaki Diyarbakırlıyı çekmek değildi.

Konuştuğum bir kısım Diyarbakırlı, "çok uluslararası" bulmuştu forumu. "Kürt solunun, Türk solu ile konuşacağı ne çok şey var şu sıra. Bu ihtiyaç iyi yansımamıştı" diyenler oldu. "Ortamın gerginleşmesi hep böyle sivil çabaları gölgeler" diyenler oldu.

2 Eylül 2011 Cuma

BBC TÜRKÇE: EDİNBURGH: FESTİVAL, KRİZ VE BAĞIMSIZLIK

 2 EYLÜL 2011 - EDİNBURG FESTİVALİ İZLENİMLERİ - BBC TÜRKÇE

http://www.bbc.co.uk/turkce/izlenim/2011/09/110902_fooc_scotland.shtml



Edinburg merkez tren istasyonuna girerken "hava yine gri" diye düşündüm, "yaz demeye bin şahit lazım".

Aslında şaşılacak bir yan yoktu bunda, çünkü aşağı yukarı on yıldır Ağustos ayında buraya gelirim ve yalnızca bir kez güneşli ve sıcak olduğunu hatırlıyorum.

Yine de 15'inci yüzyıldan bu yana İskoçya'nın başkenti olan bu şehrin güzelliği her gelişimde nefesimi keser.

Bir kere Londra ve Amsterdam gibi düz şehirlerden değildir, İstanbul gibi tepeleri olan bir şehir.

Tam ortasında volkanik bir kayanın üzerinde yükselen tarihi kale ile iyice dramatik bir havası var. Ama ikliminden olsa gerek, deniz kenarında olmasına rağmen hayat denize değil içeri dönük.

Muazzam buluşma

İskoçya'nın başkenti Edinburg'un yarım milyonluk nüfusu Ağustos ayı boyunca tahminen ikiye katlanıyor.

İngiltere'nin ve dünyanın dört bir yanından onbinlerce sanatçı, yazar, oyuncu, danscı, müzisyen ve onları izlemek isteyen yüzbinler bu en büyük kültür ve sanat festivali için Edinburg'da buluşuyorlar.

Yıllardır bu kalabalığa ben de bir kaç günlüğüne bile olsa katılıyor ve her defasında bir kentin adeta bir arı kovanına dönüşmesini, bu çok dilli, çok kültürlü, ve olabildiğince demokratik muhteşem organizasyonu büyülenerek izliyorum. Minnet duygusunu da eklemeliyim.

İnsanlığın, tarihin, kültürün böyle muazzam bir buluşmasına tanık olabilme minneti.

Edinburg'un 15'inci yüzyıldan kalma görkemli taş binalar ve parke taşlı güzel sokaklarla örülü tarihi merkezindeki bütün okullar, kütüphaneler, kiliseler, belediye binaları, tiyatrolar, sinemalar, barlar, barların üst, alt ve arka odaları, müzeler, galeriler, dernek ve vakıflar göz göz açılıyor komedilere, konserlere, oyunlara, sergilere, danslara. Yetmiyor, çadırlar kuruluyor.

O da yetmiyor sokaklarda sürekli yüzlerce performansla, gruplar gösterilerini tanıtıp izleyici çekmeye çalışıyorlar.

Sadece dışarıdan gelenler değil, Edinburgluların da geniş şekilde katıldığı festival parasız binlerce gösterimle zengini ve yoksulu bir aya yakın bir süre şenlendiriyor. Demokratik deyişim bundan.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayıp bugüne kadar gelen festivalin, bir davetli sanatçılar ve grupların performanslarını içeren resmi programı ve bir de daha çeşitli ve en deneyimsizinden en ünlüsüne her türlü sanatçıya fırsat sunan alternatif kısmı var.

Beni daha ziyade ikincisi çekti hep.

Edinburglu arkadaşlardan tavsiyeler almak yararlı.

Birisi Koreli bir grubun Korece sahnelediği Sheakspeare'in Fırtına yorumunu hayatı boyunca unutamayacağını söyledi. Onu göremedim ama festivale ayırabildiğim üç günde bir oyun, iki sergi ve bir konserle bol bol sokak performansı izledim.

Favorim İskoçya'nın ulusal şairi Robert Burns'un, devrimci, eşitlikçi, bağımsızlıkçı ve cumhuriyetçi yönlerini yansıtan şiirlerinden bir dinletiydi.

Burns, Maxim Gorki, Pablo Neruda ve Nazım Hikmet gibi sembolik öneme sahip ve kuşaklar boyunca tarihteki yeri yeniden yeniden yazılan büyük halk şairlerinden.

Bu gösteri de aslında, onlarca yıldır tıpkı tereyağlı bisküviler, bağırsak dolması haggis ve ekose etekler gibi turistik İskoçya paketinin bir parçası olarak sunulan Burns'ün radikal itibarını iade çabası.
"Armağandır kanunlarla korunanlara,büyük ziyafet, özgürlük! Korkaklar için mahkemeler dikilir Papazları sevindirmek için kiliseler."

Fransız ihtilali ve Amerikan bağımsızlık savaşının çağdaşı olan şair aynı zamanda devlet görevinde çalıştığından, zamanında bu ve benzeri dizelerini imzasız yayınlamak ya da saklamak zorunda kalmış.

Peki ya kriz? Edinburglularla yemek, kahve ve kaçınılmaz olarak viski üzerinden devam eden sohbetlerde konu konuyu açınca, festival canlılığına rağmen herşeyin o kadar da güllük gülistanlık olmadığı ortaya çıkıyor.

Herkes işinden kaygılı. Sistem analisti Colin, bir yılı aşkın zamandır işsiz. Muhasebeci Roy'un çalıştığı inşaat şirketi tamamen kapanmış krizde, o üçüncü işinde ama "hep geçici işler" diyor.

Dişçi Dave aslında haftada iki gün çalışmak istiyor uzun zamandır ama kriz endişesiyle hep erteliyor.
Roni ressam ama tablolarını satamadığından yıllardır bir lokantanın mutfağında çalışıyor bazı günler.

"Artık çalışmadığım gün yok" diyor, "55 yaşındayım, emekliliğim yok, mülküm yok, başka çarem de yok".

Aslında hiç de İskoçya'nın en yoksullarını temsil etmeyen bu grubun durumuna baktığında insan, ister istemez, 1996 yapımı Trainspotting filminde hikaye edilen İskoçya'nın en altta kalanlarına neler olabileceğini düşünüyor.

Britanya'yı iki yıl önce vuran ve bu yaz yine tehdit eden ekonomik kriz, İskoçya'yı özellikle kötü etkiledi. İşsizlik İskoçya'da bu yıl başında İngiltere ortalamasından yarım puan daha yüksekti.
Üstelik muhafazakar merkezi Britanya hükümetinin bütçe kesintilerinin etkilerinin asıl bu yıl etkisini göstermeye başlaması bekleniyor.

İskoçya Bankası Royal Bank of Scotland finans krizinin tam odağındaydı ve hisselerinin büyük çoğunluğu İngiltere hükümeti tarafından alınarak kurtarılmak zorunda kaldı.

Bankanın durumu hala iyi değil ve önümüzdeki bir yıl içinde 2 bin çalışanını çıkarmayı planlıyor.
Bütün bunlar hem sosyal devletin küçültülmesinde merkezi yönetimden çok daha isteksiz olan ve hem de bölgeyi Britanya'dan bağımsızlık referandumuna götürmeyi planlayan yerel iktidar İskoç Ulusal Partisi'ni kısa ve uzun vadeli hesaplarında derin derin düşündürüyor olmalı.

Şimdi İskoçya'da en hararetli tartışmalar şu sorular çevresinde dönüyor: İskoçya'da kamu harcamalarının daha da kesilmesi durumunda neler olabilir?

Bağımsız bir İskoçya ekonomik krizleri kendi kendine atlatacak güce sahip mi?

14 Haziran 2011 Salı

BİANET: 2011 SEÇİMLERİNDE DİYARBAKIRDAN HABER İZLENİM

12 HAZİRAN 2011 SEÇİMLERİ SIRASINDA BİANET'TE YAYINLANAN İZLENİMLER

DİYARBAKIR CHP'YE NE DİYECEK?
http://bianet.org/bianet/bianet/130371-diyarbakir-chpye-ne-diyecek

DİYARBAKIR'DAN CHP'YE: YETMEZ AMA HOŞGELDİN
http://bianet.org/bianet/bianet/130388-diyarbakirdan-chpye-yetmez-ama-hosgeldin

BAŞBAKANIN ŞİFRESİ
http://bianet.org/bianet/bianet/130431-basbakanin-sifresi

BİR DAĞ KÖYÜNDE DEMOKRATİK ÖZERKLİK TARTIŞMASI
http://bianet.org/bianet/bianet/130643-bir-dag-koyunde-demokratik-ozerklik-tartismasi

MARDİN: DEMOKRATİK ÖZERKLİK Mİ? NASIL?
http://bianet.org/bianet/bianet/130645-mardin-demokratik-ozerklik-mi-nasil

15 HAZİRAN VE SONRASI
http://bianet.org/bianet/bianet/130743-15-haziran-ve-sonrasi

BBC TÜRKÇE: 12 HAZİRAN 2011 SEÇİM BLOGLARI

DEGİŞEN DENKLEMLER
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/05/110530_election_baser_introduction.shtml

DİYARBAKIRDAN SEÇİM NOTLARI
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/05/110530_election_baser_blognote3.shtml

CHP DİYARBAKIR SINAVINDA
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/05/110531_election_baser_blognote4.shtml

DİYARBAKIR'DAN CHP GEÇTİ
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/05/110531_election_baser_blognot6.shtml

DİYARBAKIR'A ÇILGIN PROJE BEKLENTİSİ
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110601_election_baser_blognot7.shtml

ERDOĞAN: BUNLAR İÇİN APO PEYGAMBERDİR
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110601_election_baser_blognotes_08.shtml

BATMAN'DA SEÇİM SOHBETLERİ
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110602_election_baser_blognot9.shtml

DİYARBAKIR'DA SİVİL CUMA
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110603_election_baser_blogs10.shtml

DİYARBAKIR'DA BAĞIMSIZLARIN GÜNÜ
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110604_diyarbakir_election_news.shtml

BAHÇELİ DİYARBAKIR'A TEŞEKKÜR ETTİ
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110606_election_baser_blog_11.shtml

DEMİRCİLER SOKAĞINDA TARİH VE SİYASET
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110607_election_kumru_diyarbakir.shtml

KORUCULARLA NASIL DEMOKRATİKLEŞİLECEK?
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110610_election_kumru_cemrik.shtml

MARDİN: DEMOKRATİK ÖZERKLİK NASIL OLACAK?
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110609_election_kumru_mardin_update.shtml

DEMİRBAŞ: BU İŞİ İKİ ABDULLAH ÇÖZECEK
http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2011/06/110611_elections_baser_blognot.shtml

AKP DİYARBAKIR SONUCUNDAN MEMNUN
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110613_election_baser_akp_diyarbakir.shtml

SEÇİM SONRASI 15 HAZİRAN ÖNCESİ BDP
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/06/110614_election_kumru_final.shtml

22 Mart 2011 Salı

BİANET: DEMOKRASİ İÇİN BİR BOMBARDIMAN DAHA: KOSOVA'DA NE OLMUŞTU?

22 MART 2011- LİBYA ÜZERİNE- BİANET

http://bianet.org/bianet/bianet/128750-demokrasi-icin-bir-bombardiman-daha-sahi-kosovada-ne-olmustu

KUMRU BAŞER YAZDI

"Demokrasi İçin" Bir Bombardıman Daha: Sahi Kosova'da Ne Olmuştu?

Batılı ülkeler, ve yine onunla her türlü işbirliğini sürdüren uluslararası sermaye ve bankacılık çevreleri, kuşkusuz Libya'da demokrasinin gelişmesini isteselerdi bunu yıllardır çok farklı biçimlerde yapabilirlerdi.
Londra - BİA Haber Merkezi
22 Mart 2011, Salı
USS Theodore uçak gemisinin pilotları Kosova'ya yönelik 11 Haziran 1999 saldırıları sonrasında taktik değerlendirmede

Acaba hangisi daha sinir bozucu duvardan duvara bombardıman yayını yapan uluslararası televizyon kanallarında: Kendini 'insani bombardıman' misyonunun bir parçası saydığı her halinden belli bazı muhabirler mi, yoksa kendi ülkesinin Batılı güçler tarafından bombalanmasının ne kadar iyi olduğunu anlatmak üzere stüdyoya davet edilmiş liberal demokrat Libyalı muhalifler mi?
Pazar günü Londra'da Başbakanlık binası önünde gösteri yapan küçük bir grup, "Yemen ile Bahreyn üzerinde niye uçuş yasağı koymuyorsunuz, buralara niye müdahele etmiyorsunuz" diye sordu.
İngiltere'deki savaşa karşı kampanya Stop the War'un liderlerinden Lindsey German Libya meselesinin insanların kafasını karıştırdığının farkındaydı.Hava saldırılarının Libya'nın zavallı halkına yardım amacıyla yapıldığını iddia ediyorlar, kanmayın" dedi ve şöyle devam etti:
"Libya halkının bu müdaheleden çıkarı yok, tıpkı Afganistan ve Irak halkları gibi, onlar bu müdaheleden zararlı çıkacak. Orta Doğu'da değişimi sadece ve sadece Orta Doğu'da yaşayan halklar sağlayabilir".

Libya farkı

Fakat, Irak ve Afganistan'ın hata olduğunu söyleyenler bile bugün Libya konusunda kararsız kalabiliyor, çünkü, Batı ittifakı bir kez daha yeniden insaniyet namına müdahele kartını kullanıyor.
"Ne yapalım yani" deniyor, "bırakalım da Kaddafi Bingazi'yi ele geçirsin sivil halkı tek tek kurşuna mı dizsin? Nasıl seyredebiliriz böyle bir şeyi?"
Bu tezler son yirmi yıl içinde dünyada ne çok sol liberali susturdu ve esir etti neo-con ideolojiye!
Ve, İngiltere'de 10 yıldır seçim kampanyalarını Irak'ın işgaline karşı olmak üzerine oturtup savaş karşıtlarının oylarını toplayan bugünün hükümet ortağı Liberal Demokratlar'ın, bugün son insani bombardımanın uygulayıcıları oluvermesi de kaderin bir oyunu değil midir?

Kosova'ya ne oldu?

İngiltere'nin savaşkan eski başbakanı Tony Blair kendisine çok yöneltilen, "petrol ya da stratejik kontrol için oraya buraya müdahele ediyorsunuz, demokrasi, insan hakları aslında umrunuzda değil" suçlamalarına karşı genellikle Kosova örneğini vererek savunmaya geçerdi hep.
"Bakın Kosova'ya" derdi. "Ne petrolü vardı ne de bir önemi. Ama biz orada Sırplar tarafından müslüman halka yönelen etnik temizliği engellemek için insani bir müdahele yaptık. Ne çıkarımız vardı ki?"
Ne çıkarları olabileceği, Sırbistan'la hesaplaşmanın ardında yatabilecek şeyler,  çok yazıldı çizildi yıllardır.
Biz sırf bu yazı kapsamında Kosova'ya 1999 yılında yapılan müdahelenin, Sırbistan şehirlerinin ve sivil halkının bombalanmasının ardında,Batı ittifakının ne gibi çıkarları olabileceği tartışmasını bir yana bırakalım.
Sadece, Kosova'ya müdahelenin bu topraklara neler getirmiş olabileceğine bakalım hafızamızı tazelemek açısından, çünkü siyasi tutarlılığın en büyük düşmanlarından biri hafıza kaybı...

Daha çok kan dökültü

Tony Blair,  NATO'nun eski Yugoslavya'ya yönelik harekatını "hayır ve şer güçleri arasında, medeniyet ve barbarlık arasında, demokrasi ve diktatörlük arasında bir savaş" diye tanımlamıştı.
NATO'nun 78 gün süren "insanlık namına" bombardımanı sırasında, Yugoslavya'nın Kosova'da etnik temizlik harekatını durdurmadığı, aksine daha da yoğunlaştırdığı artık biliniyor.
Bu dönemde çeşitli kaynaklara göre 2 ila 10 bin arasında Kosovalı Arnavutun Yugoslav güçleri, diğer yanda 500 ila 1500 Sırp ve Arnavutun da NATO bombardımanı marifetiyle öldürüldüğünü anımsayalım.
Sonra Kosova'nın NATO işgali altına geçtiği dönem içersinde etnik temizliğin bu sefer tersine devam ettiğini ve uluslararası insan hakları, azınlık hakları örgütlerinin raporlarına göre, Kosova'nın güneyi ve Priştine'de yaşayan tahminen 200 bin Sırp, Roman ve diğer azınlık mensubunun evlerini terkedip göçmek zorunda kaldıklarını hatırlayalım.
Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (Minority Rights Group International) tarafından hazırlanan bir raporda örneğin, Avrupa'nın hiçbir yerinde bu kadar çok azınlık toplumunun, sırf etnik kimlikleri yüzünden bu kadar saldırı ve taciz korkusu içinde olduğu başka hiç bir yer bulunmadığı açıklıkla belirtilmişti.
NATO müdahelesinden 8 yıl sonra 2007'de hazırladığı bir raporda örgüt, bölgedeki etnik bölünmenin ve düşmanlığın bunca yıllık uluslararası gözetime karşın aynen devam ettiği sonucuna varıyor.
2010 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından hazırlanan Kosova raporunda, bölgede azınlıkların insan haklarının nasıl çiğnendiği, ve nasıl ayrımcılığa maruz kaldıkları ayrıntılı örneklerle anlatılıyor.

Son seçimler

Demokrasi mi? Geçtiğimiz Aralık ayında yapılan seçimler, Sırp azınlık tarafından boykot edildi. Seçimlere büyük ölçekli hile karıştığı yaygın bir şekilde bildirildi. Hatta bir seçim bölgesinde kullanılan oyların, kayıtlı seçmen sayısının yüzde 149'una ulaştığı belirlendi!
Son olarak Avrupa'da insan haklarını izleyen ve Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nde Ocak ayında büyük oy çokluğuyla benimsenen Kosova raporuna bakalım.
Konsey, Batının 11 yıl önce Kosova'daki müttefiki olan, hatta bazı bilgilere göre özel olarak besleyip büyüttüğü siyasi hareket  Kosova Kurtuluş Ordusu'nu (UÇK/KLA) dehşet verici insan hakları ihlalleri ile suçluyor.
Suçlamalar arasında 1999 yılındaki karışıklık ortamında bölgenin kuzeyinde, UÇK tarafından esir alınan Sırplar ve UÇK taraftarı olmayan Arnavutların kurşuna dizilip, böbreklerinin çıkarılarak karaborsada satıldığı gibi eşi benzeri görülmemiş dehşet vakaları var.
Avrupa Konseyi, UÇK'nın eski lideri Haşim Taci'yi mafya benzeri bir örgütlenmenin lideri olarak tanımlıyor ve bu örgütün 1999'dan bu yana uyuşturucu madde ticareti de dahil her türlü kirli işle uğraştığını ekliyor.

Libya Kosova değil ama...

Kuşkusuz Libya Kosova değil. Libya muhalefetinin UÇK ile uzaktan yakından benzerliği olduğu da söylenemez.
Libya'nın ekonomik, sosyal ve tarihi koşulları ve önemi de farklıdır. Zaten bu yazının amacı da iki ülkeyi karşılaştırmak değil, "insaniyet adına", "hiç bir çıkar gözetilmeden" yapıldığı iddia edilen Batı müdaheleleri zincirinin en sık kullanılan örneklerinden birinin aslında ne kadar çürük olduğuna dikkat çekmek yalnızca. Ve böyle müdahelelerin hiç birinden olumlu bir netice çıkmamış olduğunu bir kez daha vurgulamak.
Birkaç hafta öncesine kadar, bugün zalim diktatör diye tanımladığı Muammer Kaddafi ile her türlü silah satış anlaşmasını imzalamakta hiç bir beis görmemiş olan Batılı ülkeler, ve yine onunla her türlü işbirliğini sürdüren uluslararası sermaye ve bankacılık çevreleri, kuşkusuz Libya'da demokrasinin gelişmesini isteselerdi bunu yıllardır çok farklı biçimlerde yapabilirlerdi.
Wikileaks'e karşı uygulamaya konan siyasi, hukuki ve mali saldırı planına bakınca insan, Batının elinde istediği zaman bombalardan başka ne tür silahlar olduğunu çok iyi kavrıyor.

Mısır ile Libya

Heyhat! İkisi de Immanuel Wallerstein'ın ikinci Arap isyanı diye tanımladığı dalganın parçası olmakla birlikte Mısır ile Libya'nın kaderi bu bombardımanla nasıl derin bir şekilde ayrıldı.
Mısır'daki isyan belki hemen hızlı ve geniş kapsamlı demokratikleşme sonuçları yaratmayacak, ama muhalefetin güçlenerek, alnının akıyla çıktığı ve artık tarihsel olarak geriletilmesinin çok daha zor olduğu bir sürecin başlangıcını oluşturduğu açık.
Oysa Libya'da bombardıman sonucu Kaddafi rejimi devrilse bile aynı şeyi söylemek mümkün olmayacak.
Libya zaten rejiminin ekonomik ve siyasi kontrolü ve ekonomik yapısı ve muhalefetinin gücü açısından Mısır'dan farklıydı. Ama bombardıman ve Batı müdahelesi, iki ülkenin yarını açısından çok daha köklü farklar yaratacak.
Libya'nın halkını, muhalif olsun olmasın çok zor günler bekliyor ne yazık ki. (KB/EÖ)

15 Aralık 2010 Çarşamba

SOL DEFTER: İNGİLTERE-MUHALEFET NEYE KADAR

15 ARALIK 2010 - SOL DEFTER

http://www.soldefter.com/2010/12/15/kumru-baser-ingiltere-muhalefet-nereye-kadar/

İNGİLTERE: MUHALEFET NEREYE KADAR?
Kumru Başer

Polis şiddeti tartışmaları bugünlerde yalnızca Türkiye’ye özgü değil.
İngiltere’den sonra İtalya’da dün yaşananlar, farklı sebeplerle de olsa ekonomik krizin sıkıştırdığı Avrupa’da bir isyanın bacayı sarmaya başladığını ve en önde de gençliğin yürüdüğünü gösteriyor.  İngiltere’de dün de öğrenciler yine sokaklardaydı ve bu kez başarılı bir şekilde polis şiddetini tartıştırdı.
Geçen hafta Perşembe günü Direniş Koalisyonu adı altında biraraya gelen, ortaokuldan üniversiteye her yaştan öğrenci ağırlıklı, öğretim üyesi ve sendika destekli grup, üniversite harçlarının üç misline çıkarılmasını öngören yasanın görüşülmesi sırasında parlamento önünde gösteri yapmak istemişler, 30 bin kişilik grup sık sık atlı polisler, kalkanlı miğferli polislerin sıkıştırmasına, müdahelesine, itip kakması ve saldırılarına hedef olmuştu.
Öğrenciler net bir şekilde, taleplerini “paralı ve pahalı eğitime hayır” diye özetliyor ve sınıflı toplum yapısında uçurumları daha da derinleştirecek, kısacası fakir çocukların üniversiteye gitmesini  imkansız hale getirecek bu tür adımlara karşı mücadeleyi sürdüreceklerini söylüyorlar. Ama duyulmak istenen o değil. Köşeye kıstırıldıklarında bir kaç cam indirdikleri, ve en önemlisi Prens Charles ve eşini korkuttukları için şimdi polis “eylemcilerin” resimlerini yayınlayarak onlarca kişiyi tutuklamaya devam ediyor. Gösteriden bu yana öğrenci taleplerinden çok, “öğrenci şiddeti” tartışılıyor.
Polisi “kıstırma”
İşte dün bunu biraz tersine çevirecek gelişmeler yaşandı. Polisin geçen hafta yapılan gösteride şiddetine ve resmen, hayvan sürülerini toparlamak için kullanılan bir kelimeyle “kıstırma” adını verdiği aşağılayıcı ve kışkırtıcı taktiklere maruz kalan öğrenciler, Scotland Yard, yani Londra Emniyet Müdürlüğü’nü kuşatarak bu kez “Polisi kıstırma” eylemi yaptılar.
Özellikle de U Tube’da tekerlekli sandalyedeki bir eylemcinin polis tarafından yerlerde sürüklendiği klibin de yayınlanışı ile polis şiddetinin televizyon haber programlarında yeniden tartışılması mümkün oldu. Halbuki 2009 yılında yine Londra’da yapılan G20 gösterilerinde gösterici bile olmayan bir kişinin polis copu yiyerek ölümüyle ilgili soruşturmanın anısı daha taptaze…
Batı demokrasisinin kalelerinden sayılan İngiltere’de de polis şiddeti, yani muhalefete nereye kadar tahammül edilebileceği tartışması Türkiye’den çok farklı değil. Mücadele, olaya yerleşik iktidar yapılarının istikrarı ve korunması  penceresinden bakanlarla, insan hakları ve özgürlüklerini korumayı esas alanlar arasında yaşanıyor ister istemez. Asıl gençlerin ya da göstericilerin polise şiddet uyguladığını söyleyenler burada da var!
Haberalma özgürlüğü ve WikiLeaks
Ama İngiliz medyasının ilgilisi dün daha çok WikiLeaks ‘in kurucusu Julian Assange’ın duruşmasına odaklanmıştı. Öğrenci gösterisinin yapıldığı yerin çok yakınındaki bir mahkemede görülen duruşma için onlarca kamera ve muhabirle beraber yüzlerce gösterici de kapının önündeydi.
Julian Assange hakkında getirilen kadın tacizi ve tecavüz iddiaları kuşkusuz kalabalığın olabileceğinden daha sönük kalmasına yol açıyor.
Sanırım burada bir kişinin kadınlara karşı işlemiş olabileceği suçlar nedeniyle hesap vermesi gereğini kimse reddedemez. Ama ortada Assange’ın normal bir şekilde mahkemeye sevkedilmesi gibi bir durum yok, böyle olsa diyecek hiç bir şey olmayacaktı.
Ortada çok açıkça bu iddialardan kalkarak, geniş siyasi ve mali iktidar çevrelerini rahatsız eden, iktidarlara yapışmış büyük sermaye medyasının varoluşunu kökünden sarsan WikiLeaks’in susturulması, hükümetler ve çok uluslu şirketlerin işbirliğiyle  onun bütün maddi ve hukuki zeminlerinin ortadan kaldırılması konusunda dev bir girişim var. Bunu biliyoruz çünkü aynı zamanda WikiLeaks’in yayınlandığı siteler kapatılıyor, WikiLeaks’in banka hesapları donduruluyor ve oraya yapılacak ödemeler çokuluslu internet şirketleri ve kredi kartı firmalarınca engelleniyor.
Dolayısıyla bu iki durumu yani Assange hakkındaki iddialar ile haberalma ve ifade özgürlüklerine yönelik saldırıyı birbirinden ayıramazsak, gelecekte işkenceciler, savaş suçluları, rüşvetçiler, darbeciler ve uluslararası büyük çıkar çeteleri hakkında söz edecek herkesin sesinin, benzer komplolarla kesilmesi mümkün olacak.
Bu çok kritik ve dikkatle yürütülmesi gereken bir mücadele. Özellikle Amerikan, İsveç, İngiltere hükümetleri, İsviçre bankaları, Mastercard, Visacard, Pay Pal, Facebook, Amazon ittifakının bir anda görünen çirkin yüzü bu konuda nerde saf tutmak gerektiği konusunda çok şey söylüyor.
Dün, ünlü gazeteciler, film yapımcıları, yazarlar ve insan hakları savunucuları (John Pilger, Mike Leigh, Ken Loach, Hanif Kureyşi, Bianca Jagger ve en büyük talihsizliği belki de çok fiyakalı bi sarışın olması olan milyarder Jemimah Khan-Goldsmith) duruşmayı izlemeye geldi. Michael Moore kefalete büyük katkı koyacağını bildiren ünlü isimlerdendi. Çıkarken Bianca Jagger’ın söyledikleri anlamlıydı. “Assange’ın her yaptığını ve söylediğini onaylamıyorum, ama sansüre ve iktidarların foyalarının ortaya dökülmesini engelleme çabalarına karşı burdayım” diyordu.
Dışardaki göstericiler de onlar kadar şık olamasa bile soğuktan yılmayan kararlı bir nefer kalabalığı olarak göz doldurdu. Savaşa Karşı Koalisyon’un sözcüsü Lindsey German, eşcinsel hareketinin önde gelen isimlerinden Peter Thatchel ve Yeşiller  konuşmalar yaptılar. “Bilgi edinme hakkı engellenemez, özellikle de hükümetlere güvenin bu kadar düştüğü bir zamanda” görüşü çok sık dile getirildi.
Sonuçta Assange’ın, hakkında İsveç’den gelen iade talebi karara bağlanıncaya kadar 240 bin sterlin kefaletle serbest bırakılmasına karar verildi. Fakat İsveçli avukatlar buna da itiraz ettiler. 16 Aralık, Perşembe yeniden karar verilecek. İngiliz yargısı da bir imtihan vermiş olacak.
Gelecek sokaklar
İngiltere’nin halleri ise perişan. Liberal Muhafazakar iktidarının yaptığı kesintilerin tarihsel yıkıcı boyutlarını insanlar daha yeni yeni anlamaya başlıyor.
Bugün açıklanan rakamlara göre, işsizlerin sayısı geçen ay 35 bin daha artarak toplam ikibuçuk milyonu ya da yüzde 7.8 i geçmiş. Gelecek yıl bu rakkamın yüzde 9-10’a yaklaşması bekleniyor işten çıkarmalar iyice fiiliyata döküldüğünde.
Yine bugün yayınlanan rakamlara göre yerel yönetimlerden yapılan kesintiler nedeniyle işten çıkarılanların sayısı çok iyimser bi hesapla 140 bin civarında olacakmış. Ama şu ana kadar açıklanan tensikat rakamları asıl sayının bunun iki misline kadar çıkabileceğine işaret ediyor.
İngiltere’nin yoksulları için bir başka kara haber ise, dün açıklanan rakamlara göre enflasyonun da beklenen yüzde iki düzeyinin çok üzerine yüzde 3,3 lere çıkmış olması.
Bu durumda faizlerin artması ve bir çok kişinin 1990’ların başında olduğu gibi ev borcu taksitlerini ödeyemeyerek evlerinden atılmaları da kaçınılmaz görünüyor.
İyi haber alan kaynaklardan büyük medyaya kadar yayılan söylentilere göre, çalımlı horozlar gibi , aylarca “devleti de küçültürüz, krizi de yeneriz” diye dolanan Liberal- Muhafazakar koalisyon hükümeti, “ya bizim planlar işlemezse” diye, şimdiden B planları üzerinde çalışasıymış. B planı dediysek Keynesyen olmaları beklenmiyor tabi.  Devletin piyasaya daha çok müdahele edip, özel şirket tahvilleri, bonolar alması, daha çok özel sektör kurtarması gibi yollara gidebilecekler.
Hükümet bu söylentileri hafifçe yalanlamaya çalıştıysa da, gelecek senenin sonuna kalmaz gidiş bu gidiş olacak gibi. B planlarında kurtarılması düşünülmeyenleri ise yine sokaklar bekliyor.